Miraç olayına nasıl bakmalıyız?

Miracın sene-i devriyesi geçti ama tekrar geleceği için onu doğru anlamamız her zaman önemlidir. Miraç nedir? Onda olanlar ve olmayanlar nelerdir? Bilebiliriz.
Miraç olayı ile ilgili, şimdiye kadarki okumalarımdan aldığım notları tekrar test ederek sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dinde olanları inkâr etmekle, olmayanları dine eklemek arasında çok fark yoktur. Ve din akıldan önce nakle dayanır. Akıl naklin ve eşyanın, kısaca var olanın doğru anlaşılmasının aracıdır.
Müminler mucizeye inanırlar, Miraç olayı da bir mucizedir. Mucize bizim bildiğimiz ve tanıdığımız tabiat kanunlarını aşan, onlara bağlı kalmayan, Allah'ın peygamberlerine ikramı, harikulade olaylardır. Böyle olayları bilimsel yollarla yani fiziğin kanunlarıyla açıklamaya kalkışmak da, açıklayamadığını inkâr etmek kadar hatalıdır. Mucize söz konusu olunca mesele bir iman meselesi olur. Ve mümin Resulüllah'ın açıkça bildirdiklerine inanır. Bunlar ister Kur'an-ı Kerim'de bulunsun, ister o kendi sözleriyle anlatmış olsun fark etmez. Çünkü Kur'an-ı Kerim'i bize bildiren de odur.
Ateşin fizik kanunu yakmaktır, ama Allah'ın ona İbrahim'i yakma dediğinde onun serinlik olması bir mucizedir, bildiğimiz fizik kanunlarına aykırıdır. Mucizeleri bilimsel izahlarla anlamaya ve anlatmaya çalışmak, Allah'ın gücünü kendi yarattığı kanunlarla sınırlamak, O'nu da kendi yarattığı kanunlara mahkûm ve mecbur etmek demektir. Fizik dünyadaki kanunları yaratan, elbette zamanı geldiğinde o kanunlara aykırı şeyler de yaratabilir.
Aslında fizik dünyada, yani şehadet âleminde olup biten her şey birer mucizedir ama biz onlara alıştığımız için onları âdiyattan sanırız. Mesela canlıların en küçük parçası olan bir hücrenin içinde olup bitenler de, bildiğimiz en büyük gök cisimleri arasındaki akıl almaz ilişkiler de, bu ikisi arasındakiler de birer mucizedir. Biz bunları bilmeseydik aklımızla böyle muhteşem bir düzenin olabileceğini kabul edemezdik. Bildiğimiz ve alıştığımız için kabul ediyoruz. Peki, bunların dışında artık mucize olmaz demek akıl işi olabilir mi?
İşte meseleye böyle bakamayan, kafaları ve düşünce mekanizmaları pozitivizmle malul Müslümanlar Miraç'ta cereyan eden pek çok olayı, böyle şeyler olamaz, zaten bunlar mütevatir haberlerle gelmemiştir diyerek inkâr ederler. Oysa biz Kur'an-ı Kerim'de ve sahih sünnette bir şeyden söz ediliyorsa ona iman ederiz, sonra onu anlamaya çalışırız. Ama anlayamamamız imanımıza zarar vermez.
Bilindiği gibi Miraç'ın iki aşaması vardır, birincisi Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksâ'ya yolculuk/İsra, diğeri ise oradan Allah'a uruc/yükseliştir. Miraç da zaten merdiven gibi bir yükseltici demektir. Bu iki aşamalı seyr-i sülükün birincisi olan İsra Kur'an-ı Kerim'de açıkça anlatılır. İsra Suresi de ismini buradan almıştır. Dolayısıyla Miraç'ın İsra bölümünü inkâr küfürdür. İkinci aşama Miraç'tır. Miraç Kur'an-ı Kerim'de çok açık ifadelerle anlatılmaz. İsra Suresi'nin bazı ayetleri ve Necm Suresi'nin ilk on sekiz ayeti ona müteşabih, yani sembolik denilebilecek ifadelerle işaret eder. Miraç olayının teferruatını ise Resulüllah anlatır ve onun anlattıkları hemen bütün hadis kitaplarında mevcuttur. Zorunlu bilgi/tevatür ifade etmedikleri için bunları inkâr edene kâfir denmez ama sahih olmanın en üst seviyesinde bulundukları için inanmayan dalalete düşer, bidatçı olur.
Miraç olayının İsra aşamasını sabit görüp Miraç kısmında olanları kabul etmemenin sebebi, birincisi bize daha mümkün gibi geliyor diye düşünmekten başka ne olabilir? Oysa mümkün gözükmeyeni mümkün kılan O'dur.
Resulüllah'ın her bir semada bir peygamberle görüşmesi, Mescid-i Aksa'da peygamberlere topluca namaz kıldırması, Hz. Musa'nın ısrarı ile her seferinde dönüp Allah'tan namazların azaltılmasını istemesi. Sonra bu seyir esnasında gördüğü yetim malı yiyenlerin, gammazların, faiz yiyenlerin vb kötü manzaraları, zinakârların güzel kebaplar dururken leş yiyor olmaları, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlara yapılan işkenceler... vb. Bunların hepsi dünyada yapılanların karşılıklarının bir başka varlık boyutunda görülmesidir. Dünya ölçülerine vurarak bunların olamayacağına hükmetmek dar anlayışlılık olur.
Bu rivayetlerden en çok tartışılanı Hz. Musa ve namazların azaltılması rivayetidir. Bununla ilgili hadisi şerifler ittifakla gelen son derecede sahih hadislerdir. Meseleyi yine mucize şartlarında ve sembolik mesajlar olarak anlayabiliriz. Hz. Musa'nın söz konusu edilmesi, Kurtubî'nin dediği gibi, onun getirdiği ibadetleri Yahudilerin çok bulup yapmaması gibi bir tecrübesinin olmasından olabilir.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/mirac-olayina-nasil-bakmaliyiz-2028831


 

 Miraç rüyada mı gerçekleşti?
Miraç olayı Mekke döneminde, Resulüllah'ın sıkıntılarla dolu Tâif seferi sonrasında gerçekleşti. Dolayısıyla 'Miraç'ın onun için bir teselli yönü vardır. Sanki; müşrikler sana inanmıyorlar, eza cefa ediyorlar ve sen bundan ileri derecede yoruldun.Şimdi gel biraz hasbihal edelim, bu yorgunlukların mükâfatını gör, yalnız olmadığını anlayıp ferahla ve dinlen denir gibidir.Gibidir, diyoruz, çünkü Allah zaten uzak bir yerde değildir, O'na gelmeler ya da gitmeler olmaz. O insana şah damarından daha yakındır. Bu sebeple bu tür müteşabih ifadeler, olayın beşerin idrak boyutuna indirgenmesi kabilinden sayılmalıdır.

Resulüllah'ın Kudüs'te peygamberlere topluca namaz kıldırması da yine bir teselli anlamı taşır; bak senin arkanda hep senin gibi bu davayı omuzlayan, benzer sıkıntıları yaşayan nebiler var, varsın Mekkeli müşrikler sana inanmasınlar, denir gibi. Bunda ayrıca bütün dinlerin aslının bir olduğuna da işaret vardır.

'Miraç'ın Mescid-i Aksâ'dan başlatılmış olması Kudüs'ün önemine de işaret eder. Bundan şöyle bir mana anlaşılabilir;eğer siz Kudüs'e sahip olamazsanız dininizin üstünlüğünü göstermiş olamazsınız. Yoksa Allah, elçisini Mescid-i Haram'dan da 'Miraç'a alabilirdi. Mecscid-i Aksâ'nın tercih edilmiş olması gösteriyor ki, Müslümanlar için her iki mescit de önemlidir ve birisi konusunda dikkatsiz olan mümin diğerine de gereken değeri vermiş olamaz. Ve de İslam artık bütün dinlerin birleştiği son noktadır.Mekke ve Medine İslam'ın rukü ve secdesi ise Kudüs dekıyamıdır.

Miraç mucizesi, Resulüllah'ın Kur'an-ı Kerim dışında hissi/fiziki bir mucizesi yoktur diyenlere de bir cevaptır. Bunu sadece o yaşadı, muhatapları bunu görmedi ki bir mucize olsun diye düşünmek onu mucize olmaktan çıkarmaz. Sadece o gördü ama gördüklerini insanlara anlattı. Görmek bir bilgi aracı olduğu gibi duymak da öyledir. Kaldı ki, şöyle de düşünülebilir: "Miraç göktekiler için bir mucizedir. Yani Resulüllah nasıl yerdekilere Ay'ın yarılması mucizesini göstermişse göklerdekilere de Miraç mucizesini göstermiştir” (SN).

Zamanı

'Miraç'ın Recep ayında gerçekleştiği kesin gibidir. Ancak ayın hangi gününde olduğu kesin değildir. Yirmi ikisi, yirmi yedisi, hatta onuncu günü diyenler vardır. İbn Recep "Bunların hiç birisi hakkında sahih bir rivayet yoktur" der. İmam Nevevî, kesin olmamakla beraber yirmi yedinci gecesini tercih eder. Demek ki, bu ayrıntı o kadar da önemli değildir. Önemli olan bu olayın bizzat kendisidir.

Zaten İsra'da 'bir gece' buyrulmuş olması gösteriyor ki, olayın zamanı hem belli değildir, hem de insanların bunu bilmeleri o kadar önemli değildir, o halde istenen de bu değildir.

Miraç mı Kadir Gecesi mi Daha büyüktür?

Mübarek gecelerin birbirine üstünlüğü meselesini tartışanlar olmuş, bazıları Miraç Gecesi'nin daha üstün olduğunu söylemişler. Çünkü o gece Resulüllah kulun varabileceği en yüksek noktaya çıkmıştır. Ama İbn Kayyim'a göre Miraç Resulüllah için en büyük gecedir, Kadir Gecesi ise onun ümmeti için öyledir. Çünkü Kadir Gecesi'nde Kur'an-ı Kerim indirilmiş ve onun insanlar için bin geceden hayırlı olduğu söylenmiştir. (Zâdü'l-Meâd).

Miraç bir Rüya Olayı mıdır?

İslam geleneğinin cumhur dediğimiz ana damarı, İsra Suresi'nin ilk ayetinde yer alan; "kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'yagötüren Allah eksikliklerden münezzehtir” ifadesinden hem İsra'nın, hem de Miraç'ın ruh ve bedenle birlikte cereyan ettiğini söyler. Çünkü 'kul'demek olan 'abd'kelimesi sadece ruh, ya da sadece beden için kullanılmaz, ikisi birlikte olursa 'abd/kul' olmuş olur. Bunun böyle olmasının bir zorluğu da yoktur. Müşriklerin bu olaya inanmayıp onu imkânsız görmeleri de meselenin sadece bir rüya meselesi olmadığını gösterir. Çünkü rüya için imkânsızlık söz konusu olmaz. Ancak bu delil elbette imanı gerektiren kesin bir delil değildir. Ama Miraç rüya âleminde gerçekleşen bir olaydır, ya da sadece ruhun bir yükselişidir demenin bu kadar da bir delili yoktur. O halde olayın öyle mi böyle mi olduğuna inanmak imanın olmazsa olmaz bir rüknü değildir Kesin delilleri bulunmasa bile aklın tek başına halledemeyeceği konularda cumhurun dediğini kabul etmek her zaman en sağlam yoldur.

Bununla birlikte, az da olsa sahabeden beri 'Miraç'ın bir rüya hali, ya da uyku ile uyanıklık arası bir hal olduğunu söyleyenlerin olduğunu da bilmemiz lazım. Şah Veliyyullah ise buna üçüncü bir boyut ekler ve 'Miraç'ın Misal Âlemi'nde cereyan ettiğini söyler. Ona göre bu âlem ruhla beden arası üçüncü bir âlemdir. Ama bizim büyük âlimimiz Zahidülkevseri böyle bir âlemin varlığının hayalden ibaret olduğunu söyleyerek Veliyyullah'ı eleştirmiştir. Misal âlemi konusu uzun bir konudur ve Allah nasip ederse onu müstakil bir mesele olarak yazmayı deneyeceğiz. Biz diğerlerine de imkân tanımakla beraber bu konuda cumhurun dediğinden ayrılmıyoruz.

Önemli birkaç noktamız kaldı.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/mirac-ruyada-mi-gerceklesti-2028887
 

 
İsrâ ve Miraç ile ilgili son notlar, olanlar ve olmayanlar
â ve Miraç deyince akla gelen önemli birkaç noktaya daha değinip bu konuyu kapatalım.
Bilindiği gibi İsrâ Suresi 'sübhân' kelimesiyle başlar. Sübhân, tesbih demektir. Tesbih, yani Allah'ı O'na yakışmayan vasıflardan ve niteliklerden uzak bilme, O'nu kendi isimleriyle ve olduğu gibi tanıma demek. Daha surenin ilk kelimesinde; sakın ha, böyle bir olay sebebiyle Allah'ı da kullar ya da yaratıklar gibi tasavvur etmeye kalkışmayın, O'nu yanlış bilmekten sakının denmiş gibidir. Bu durum ayrıca bu olayla ilgili ayetlerin 'müteşabih/çok anlamlı' ayetler olduğuna, anlaşılması için rast gele tevillere başvurmanın yanıltıcı, hatta saptırıcı olacağına, meselenin rasih/ilmi oturmuş âlimlere havale edilmesi gerektiğine de işaret eder. Eğer mesele cahillere kalırsa onlar, Kur'an-ı Kerim ifadesiyle, müteşabihlerin teviline tutunur ve fitne çıkarırlar.
Bir beşerin ulaştığı bu en yüksek noktada Resulüllah 'abd/kul' olma vasfıyla anılır. Demek ki, beşerin çıkabileceği en yüksek derece ve en yüce makam O'na kul olmaktır. Bu seviyedeki bir kulluğa 'ubudiyet' denir. Ubudiyet, kulluğun ibadetten daha ileri bir teslimiyet ve aczini bilme safhasıdır. Bununla birlikte Resulüllah ilahlık dairesine geçmemiş ve bir kul olarak kalmıştır. Allah'ı hakkıyla tesbih onu da bu dairede bilmek ve onda ilahi vasıflar görmemekle olur.
Muhammed İkbal, insanlara Allah'ı anlatıp onların cehenneme gitmesini engellemeye çalışmanın zirvenin de zirvesi olduğunu söyler. Resulüllah'ın Miraç sebebiyle bunu yaşadığını anlatır. Allah ile mülaki olup cennete girdikten sonra, bu zevki bırakıp tekrar dünyaya dönerek kullarına O'nu anlatmaya çalışmasını bunun kanıtı sayar.
Bilindiği gibi Miraç'ın en önemli hediyesi namazdır. Bütün ibadetler yerde farz kılınmışken namaz gökte farz kılınmıştır. Bu sebeple kulun Allah'a en yakın olduğu an namazda ve özellikle de secdede olduğu andır. Yine bu sebeple, İmam Rabbanî'nin dediği gibi, Resulüllah (sa) Miraç'tan dünyaya döndükten sonra orada yaşadığı yakınlık halini en yoğun şekilde sadece namazda yaşamış ve sıkıntılı anlarında, "Bilal, kalk bir ezan oku da namaz kılıp rahatlayalım” buyurmuştur.
Yine bu sebeple kulun ubudiyet zirvesi, yani miracı namaz iledir. Resulüllah'ın yaşadığı hallerin küçük bir benzerini kul ancak namazda yaşayabilir ve namazla Allah'a yükselebilir. Yine İmam Rabbani'nin dediği gibi, Allah'ın en yakından hissedilip, elektriğe çarpılmış gibi cezbe hali yaşamanın sahih olanı sadece namazda olanıdır. Bunun dışındakiler yanıltıcı cezbelerdir, belki de yapmacıktır.
Surenin sadece birinci ayeti İsrâ olayından ve Mescidi Aksâ'dan söz ettikten sonra bir sayfayı aşan müteakip ayetler Yahudilere dikkat çeker. Sürekli fesat çıkaran bir kavim oluşlarına ve Mescid-i Aksa'nın bununla ilişkisine vurgu yapar. Aynı yerdeki bu ayetler İsrâ ayetinin kemiyet olarak on katıdır.
Demek ki, Yahudi gerçeğini, işgalini ve fesadını hesaba katmadan, günümüzde olduğu gibi Miraç'ı çoğu batıl ve asılsız rivayetlerle başka boyutlara taşıyıp dünya ile ilişkisini kesen bir kutlama faaliyeti Miraç'ı anlamından uzaklaştırma demektir.
Oysa Miraç olayında önemli olan Allah tasavvurumuzu tashih ve tesbih, Resulüllah'ın ulaştığı ubudiyet makamını anlamak, namazı dosdoğru kılmak ve dünyayı fesada uğratanları iyi tanımak ve onlara fırsat vermemenin yollarını bulmaktır. Yani Miraç'ın dünya ayağını hesaba katmadan kullar olarak bizim miracımız gerçekleşmiş olamaz. Miraç denince akla gelenler bunlar olmalıdır.
Miraç Kutlamaları
Kaldı ki, Miraç için zaten özel bir ibadet yoktur. Ancak böyle bir olayı hatırlama maksadıyla bir araya gelmenin ve yukarıda bir kısmına işaret ettiğimiz ve surenin dikkat çektiği konularda, sağlam bilgiler edinmenin bir sakıncası olmamalıdır. Yeter ki, bu etkinlikleri Allah'ı, Resulüllah'ı ve O'nun anlatmak için bir fırsattan ibaret görmüş olalım, yeni bir ibadet haline getirmeyelim.
Recep ayında tutulan orucun faziletine dair sahih ya da hasen derecesinde bir hadisi şerif yoktur. Bize göre en büyük hadis şarihi/yorumcusu İbn Hacer, Recep Ayına özel risalesinde ona özel oruç tutulmasını bid'at olarak vasıflamıştır.
Namazda okuduğumuz 'Tahiyyat' duasının Miraç'taki bir selamlaşma hikâyesine bağlanmasının da aslı yoktur. Her ne kadar bu hikâyede taşlar yerine çok güzel oturtulmuş olsa bile.
Aklın değil, naklin konusu olan bir meselede kahramanlık sökmez. Böyle bir nakil vardır ya da yoktur. Varsa bunun tespitinin de usulü ve yolları vardır. İnsanlar kendi arzularını naklin var olmasının delili sayamazlar.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/isra-ve-mirac-ile-ilgili-son-notlar-olanlar-ve-olmayanlar-2029039
Yorumlar
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ