Mekke Emiri’ni ağlatan vicdan azabı

Büyük Arap Krallığı vaadi karşılığında devlete ihanet ederek İngilizlerle hareket eden Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki son günleri, Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihanetin ağır vicdan azabı ile İzmir Marşı eşliğinde ağlayarak geçmişti.

 
Murat Kutlu

1853 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Şerif Hüseyin, Mekke’yi muhafaza etmekle görevli eski bir aileye mensuptu. 1856 ile 1858 yılları arasında dedesinin son emirliği döneminde Mekke’de kalmış, ardından tekrar İstanbul’a dönmüştü. Üç yıl sonra babasının vefatıyla amcası Emir Abdullah’ın yanına Mekke’ye giderek tüm eğitimini burada tamamlayan Şerif Hüseyin’in hayatı, 1908’de Mekke Emiri Şerif Ali’nin görevinden alınarak yerine amcası Abdullah Paşa b. Muhammed’in tayin edilmesi ile bir anda değişti. Zira amcasının daha Hicaz’a, görevinin başına gitmeden vefat etmesi bir müddettir vezir rütbesiyle Şûra-yı Devlet üyeliği yapan Şerif Hüseyin’e Mekke Emirliği yolunu açtı. Böylece 1908 yılının Kasım ayında Mekke Emiri tayin edildi.

İHANETLE GELEN SONSUZ ACI

Sultan II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’in İstanbul’da olduğu yıllarda kendisini yakından tanımak istemiş, kullanılmaya müsait bir şahsiyet olduğunu anlayarak onu kontrolü altında tutmak istemişti. Bu maksatla Şerif Hüseyin ve ailesine bir yalı bahşederek İstanbul’da kalmasını sağlamış, dış güçlerin oyuncağı olmasını engellemeye çalışmıştı. Bununla da kalmamış çocuklarını da en güzel okullarda okutmuştu. Şerif Hüseyin böylece görünüşte büyük imkânlara sahip olduğunu sansa da Sultan II. Abdülhamit’in iktidarı boyunca hep denetim altında tutulmuştu. II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İttihat ve Terakki yönetimi Şerif Hüseyin üzerindeki denetimli kontrolü kaldırdı ve memleketine gitmesine göz yumdu. Bu yanlış politika ve ardından Şerif Hüseyin’in Mekke Emiri tayin edilmesi, Osmanlı’nın Arap topraklarında gelecekte yaşayacağı sıkıntıların da nüvesini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesi İngilizlerin Şerif Hüseyin’i kararlı bir şekilde desteklemesine neden oldu. Çünkü Almanya’nın Hindistan deniz yolu ve petrol bölgelerini ele geçirme riski bulunuyordu. 1914 yılına gelindiğinde Hicaz vali ve kumandanlığına tayin edilen Vehib Paşa, Şerif Hüseyin ile tam bir güç mücadelesi yaşadı. Vehib Paşa, Şerif Hüseyin’in bağımsız tavırlarından şikâyet ediyor, Şerif Hüseyin de bölgesel gücünü kullanıp Vehib Paşa’nın otoritesini sınırlandırmaya çalışıyordu. Hatta paşa, merkezi idareden, İngilizlerle Osmanlı Devleti’ni yıkmak için işbirliği içinde olan Şerif Hüseyin’in emirlikten azledilmesini ve İstanbul’daki mebus oğullarının şehirden ayrılmalarına müsaade edilmemesini talep etmişti.

Şerif Hüseyin, I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti ve hilâfeti için desteğini ilân ederken oğlu Abdullah da gizlice İngilizlerle görüşüyordu. Bu gizli görüşmede Abdullah, babasının Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması karşılığında kurmayı hedeflediği Büyük Arap Krallığı için İngilizlerden destek istedi. Görüşmeler tarihte Şam Protokolü adı verilen bir mutabakatla sonuçlandı ve İngilizlerle Şerif Hüseyin Osmanlıya ihanet konusunda anlaştı. Cemal Paşa’nın Suriye’de görevli iken Beyrut ve Şam’da devlete ihanetle suçladığı bazı Arapları idam ettirmesini bahane eden Şerif Hüseyin, 1916 Haziran ayında Ecyad Kalesi’ne saldırmak suretiyle ihanetin ilk fitilini ateşledi.

İsyanı meşrulaştırmak için de İttihat ve Terakki yönetimini ‘dinsizlik’ ile suçladı ve taraftar kazanmaya çalıştı. Hicaz Bölgesi Arapları da isyanın destekleyicisi olmuşlardı. Önce Cidde’yi ardından Taif’i ele geçiren Şerif Hüseyin, 1916 yılının Kasım ayında kendisini Arap ülkelerinin kralı ilân etti. Ancak beklediği desteği bulamadı ve İngilizlerle işbirliği yaptığı için diğer Müslüman bölgelerin ileri gelenleri tarafından lanetlendi. 1918’de I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Arap krallığı kurma girişimlerine yine devam eden Şerif Hüseyin, 1919 yılında düzenlenen Paris Barış Görüşmelerinde aradığı desteği bir kez daha bulamadı. İngilizler klasik politikaları gereği verdikleri sözü yerine getirmemiş, Şerif Hüseyin’e sadece Hicaz bölgesinin krallığını vermişti. Büyük oğlu Abdullah’ı Ürdün kralı diğer oğlu Faysal’ı da Irak kralı yaparak Arap topraklarını parçalayan İngilizler, büyük Arap krallığı projesini de böylece ortadan kaldırmış oldu.

AH BEN NE YAPTIM!

Hala umutlarını koruyan ve bu yönde tehlikeli adımlar atabileceği kanaatine varan İngilizler, bir diğer büyük aile Suudlar ile de görüşerek Şerif Hüseyin’i Hicaz’dan kovma konusunda anlaştı. İngilizlerin etkisiyle başlatılan Suud İsyanı ile Şerif Hüseyin, Ürdün’e kadar kovalandı ve sonunda Kıbrıs’a kaçmak zorunda kaldı. Aldatıldığını geç de olsa anlayan Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki sürgün hayatı, Osmanlıya ihanetinin vicdan azabıyla geçti. 1930 yılında Ürdün’de bulunan oğlu Abdullah’ın yanında kaldığı sırada vefat etti ve Kudüs’te defnedildi. KKTC I. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, aile dostu Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki vicdan azabı günlerine tanık olmuş ve o günleri şu sözlerle anlatmıştı: "Babam onun elini öper, Şerif Hazretleri’de anlatmaya başlardı: ‘Ahhh, ben ne yaptım. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik? Yaptığımızın cezasını çekiyoruz şimdi! Raif anlat şu İstanbul havalarını dinleyeyim’ derdi babama. Bana da ‘Rauf yanıma gel’ deyip el öptürür, avucuma bir altın bırakırdı

http://haber.star.com.tr/pazar/mekke-emirini-aglatan-vicdan-azabi/haber-1025840
Yorumlar
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ