Komşu Yunanistan’ın hallerini kendi halimizle kıyaslamak pek revaçta. Onlar nerede, çok şükür, biz neredeyiz, türü avunmalar da pek revaçta. Oysa unutuluyor ki, biz de 15 yıl önce komşunun durumundaydık ve bu kafayla gidersek komşunun durumuna düşmemiz işten değil. Bakın nasıl?
Kamu maliyesi krizi
Tümü değilse de, krizlerin çoğu dönüp dolaşıp "Kamu maliyesi krizi”ne dönüşüyor. Yani kamu harcamalarının çok altında kalan kamu gelirleri nedeniyle büyük açıklar ve kamunun milli gelirin üzerine de çıkan borç yığınağı altında ezilmesi… Açıkları finanse etmek için borç üstüne borç talep edilmesi, borçları zamanında ödeyemeyip komşu gibi temerrüde bile düşülmesi…
2008-2009 krizinde de gördük bunun örneklerini. Krize zaten kritik kamu açıkları ve kamu borç yükü ile yakalananlar, bir de krizin getirdiği yükle iyice duman oldular. Neydi o yük? Özel firmaların, bankaların batmanın eşiğine gelince ulus devletlerinden can simidi istemeleri ve toplu batışı önlemek için devlet hazinesinden bu firmalara can simidi atılması, kamu açıklarını büyüttükçe büyüttü.
Akdeniz çanağındaki Yunanistan’ın yanında, İspanya, İtalya, Portekiz, hatta Fransa bunun örnekleri. Bu ülkelerde ana sorun, Maastricht kriteri olarak konulan yüzde 3 kamu açığı/GSYH ve yüzde 60 kamu borç yükü/GSYH oranlarının çok üstünde bulunmaları ve bu normlara inmek için sıkı rejim uygulamak zorunda olmaları…Tatsız reçeteler yani…
Türkiye?
Peki Türkiye? Türkiye’nin böyle bir kamu maliyesi sorunu var mı? Bugün yok.
Ama 15 yıl önce vardı. 2000’lere girerken Türkiye’nin kamu açıkları milli gelirinin yüzde 10’unu bulmuştu. Bugün yüzde 1’in altında, düşünün. Yine 2000’lerin başında kamunun borç yükü milli gelirin yüzde 100’ünü bile bulmuş, 2002’de ancak yüzde 75 dolayına inmişti, bugün yüzde 37 dolayında…Demek ki, bugün Türkiye’nin kamu maliyesi sorunu pek yok… Ama 15 yıl önce vardı ve komşunun, öteki Akdenizlilerin yaşadıklarını Türkiye, 2001 krizinde yaşadı. Kemal Derviş-IMF tertibi acı reçete ile açıklar daraltıldı, kemerler sıkıldı, TL büyük devalüasyon yaşadı ve şansı da yaver gitti ki, ihracatla ekonomi büyüdü. Açıklar daraltıldığı ve AKP rejimi devrinde de IMF’nin uslu çocuğu rolü iyi oynandığı için, yabancı fonların da ilgisine mahzar oldu Türkiye ve izleyen yıllarda ortalama 40-50 milyar dolar yabancı kaynak girişi ile ekonomi ortalama yüzde 4,5 büyüdü.
Sorunumuz ne?
Peki Türkiye’nin kamu maliyesi sorunu yok diye, kaçan uykuları neden? Neden Rusya ve Brezilya ile birlikte en kırılgan ülke sayılıyor Türkiye? Yabancılar neden şimdi uzak duruyor, derecelendirme kuruluşları neden not artırmayıp hatta düşürüyorlar? Çünkü Türkiye’nin dışarıya karşı yükümlülükleri, elde avuçtakinden çok çok fazla. 400 milyar dolar dış borç var, kamu üçte bir borçlu ama özel sektör borçların üçte ikisinin sahibi. Borçların yüzde 40’ı 12 ay içinde çevrilmek zorunda.
Türkiye, yeterince döviz üreten bir ekonomi olamadı, dış kaynak girmeyince dolar hızla yükseliyor ve borçlular ağır kur zararları yazıyorlar. İç talep daraldı, ihracat da düşüyor, büyüme yüzde 2 gibi çok düşük bir orana indi. İşsizlik artıyor… Ekonomik riskin yanında, politik ve jeopolitik riskler birikiyor. Bunlar da Türkiye’yi en kırılgan ülkelerden biri yapıyor.
Kamu maliyesi bozulur mu?
Bugün için makul gibi görünen kamu açığı ve kamu borç stoku bir anda bozulabilir. Nasıl? Basit: Vergi,SGK prim gelirleriniz düşer, harcamaları kısamazsınız, açık büyür. Büyüme düşük, hatta negatif seyrederse bir yılda bile kamu maliyesi göstergeleriniz altüst olabilir.
Örnek için 2009 yılına bakınız. Ekonomi yüzde 5 dolayında küçülmüş, ithalat ve iç tüketim daralmıştı. Bu olunca, çoğu ithalattan ve iç tüketimden alınan KDV-ÖTV’ler yani dolaylı vergi gelirleri düşmüş, azalan istihdam sonucu SGK prim tahsilatı düşmüş, buna karşılık harcamalar ise katı kalmıştı. Krizi aşmak için hükümet, vergi indirimi gibi kolaylıklar getirince özel sektöre, kamu açığının milli gelire oranı 2009’da yüzde 5’i geçmişti. Aynı yıl kamu borç stoku da milli gelirin yarısına yaklaşmıştı.
Sonra ne oldu? Kaçan yabancı yatırımcılar geri döndüler 2009’un ikinci yarısında, ekonomi yeniden büyüdü, ithalat ve iç tüketim artınca vergi gelirleri de arttı, yanı sıra özelleştirmelerle gelirler arttı, işsizlik fonu bile kullanıldı, GAP yatırımlarına fon, bahanesiyle. Böylece 2010’da kamu maliyesi göstergeleri düzelmeye başladı.
5 dakikada…
Ya bugün? Bugün de iyi gibi görünen kamu göstergeleri her an bozulabilir. Ekonomi küçülünce, vergi gelirleri, SGK primleri düşer, buna karşılık harcamalar azalmaz, açığı finanse etmek için kamu daha çok borçlanmaya başlar, derken kamu açığı /milli gelir oranı hızla artmaya başlar, yüzde 1’lerden bir bakarsınız yüzde 5’lere çıkmış yine; kamu borçlanmalarının artışı ile yüzde 37 olan kamu borç yükünün milli gelire oranı, bir bakarsınız, yüzde 70’leri bulmuş. Bu durumdaki ülkelere yabancılar cüzzamlı gibi davranırlar.
Olmayacak şeyler değil. Özel sektörde başlayan daralmanın kamuya yansıması, MFÖ şarkısı gibidir; "Beş dakikada değişir bütün işler”…
Allah muhafaza, ya da hafazanallah, komşunun haline düşeriz, hiç şakası yok…
http://www.birgun.net/haber-detay/turkiye-nasil-yunanistan-olur-84482.htmlTroyka adlı egemenler çetesinin dayattığı ülkenin iliğini kurutan reçetelere ‘Evet mi- Hayır mı?’ sorusunu halka soran SYRIZA’nın referandumu, Oxi-Hayır’ların zaferiyle bitti. Halk, AB’nin kemer sıkma programını reddetti.
Yıllardır kemer sıkan Yunan halkı, daha zor günler yaşayacağını bilse de AB’nin yardım için öne sürdüğü mali şartlara yüzde 61,5 ile güçlü bir "Hayır” dedi.
‘Evet’çi muhalif lider Samaras istifa etti. AB liderleri acil zirve yapacak. Çözüm bulunamazsa Yunanistan’ın avrodan çıkması da gündemde.
İŞARET FİŞEĞİ
Hayır sonucuna Troyka tarafının vereceği tepki merak ediliyor. Ama bu hayır cevabının benzer durumda olan Akdeniz çanağındaki İspanya, Portekiz, İtalya hatta Fransa’daki kemer sıkma politikası muhalifleri için de bir işaret fişeği olacağı kesin.
Bütün bu ülkeler, ‘Benden sonrası tufan’ anlayışıyla alacaklarının derdinde olan küresel bankaların ve onların çıkarlarını, AB’nin tümü ve üye ülkelerin çıkarlarının üstünde tutan IMF ve AMB’nin baskısı altındalar. Bu kuşatmaya karşı ne yapılması gerektiğini Yunanistan gösterdi.
Troyka, halka rağmen ilik kurutan politikalarda ısrar ederse büyük tepki çekecek ve benzer kaderi yaşayan ülke halklarının Hayır’larıyla yüz yüze gelecek.
TÜRKİYE YAPAMADI
Yunanistan’ın ‘hayır’ dediğine Türkiye 2001 krizinde ‘hayır’ diyemedi. Diyebilseydi, belki ne AKP ne de onun Ak faşizmi Türkiye’nin başına bela olacaktı. Benzer durumdaki Arjantin de Türkiye’nin diyemediği Hayır’ı deme onurlu duruşunu gösterebilmiş bir ülke, hakkını teslim etmeli...
2000 başında Yunanistanınkine benzer bir sorunla Türkiye ile Arjantin de karşı karşıyaydılar. Büyük kamu açıkları, döndürülemeyen dış borçlar, verilen büyük cari açıklar ve sermaye kaçışı ile yerli parada büyük değer kaybı… Çare? IMF’ye gitmek, alınacak IMF kredilerinin karşılığı acı reçetelerle sosyal harcamaları kısmak, özelleştirmeleri uygulamak, maaşları, istihdamı daraltmak, tarım ve hane halkı desteklerini kaldırmak, bütçeden kısarak borç ödemek…
Üstelik Türkiye bu duruma IMF’nin yanlış yol göstermesiyle girmişti. Bu acı reçeteye 57. Hükümet, Kemal Derviş ile "evet” dedi. Sonuçta AKP’yi Türkiye’nin başına bela edecek bir politik faturayı da zımnen kabullendi.
Arjantin ise IMF politikalarına karşı durdu, Türkiye’den farklı olarak borçlarının yüzde 70’ini ödemeyeceğini ilan etti. Bunun üzerine 81 milyar dolarlık alacaklı bankalar Arjantin’i topa tuttu. Arjantin politik iradesi karar vermişti: Bizim uykumuz kaçacağına sizin uykunuz kaçsın; kriz yeterince perişan etti bizi, size borç ödersek halk açlıktan sokaklara dökülecek. Bu tercih, Arjantin’i uluslararası pazarlarda aforoz etmeye yetti.
ARJANTİN NE YAPTI?
Borçlar, 2005’te ve 2010’da yeniden yapılandırıldı ve alacaklılara yeni tahviller verildi. Borçları ve faizlerini ödedi ama kendisi takvim ve şartları belirleyerek… Tabii ki bu durumda yeni sermaye girişi neredeyse kesildi, yabancılar Arjantin’den vebalı gibi uzak durdu.
Arjantin de kendi dolarını devalüe edip ihracatını artırdı, ithalatını kıstı ve sonuçta cari açıklarını sıfırladı. Bugün Arjantin’in cari açığı 2 milyar dolar gibi cüzi bir yerde; Türkiyeninki düşmüş haliyle bile 45 milyar dolar ve hâlâ baş belası.
Arjantin tüm borçlu ülkelere bu vesile ile adeta ders verdi ve dedi ki, "Hep güçlülerin dediği olacak değil; halkınıza daha ağır yükler bindirmeden karşı taraftan da anlayış beklemek hakkınız ve bunu biraz bedel ödeyerek yapabilirsiniz. Size cömert davranmayabilirler ama olsun, zaten bakın onların para akışları olmadan da ihracatımızı geliştirerek ayakta kalabiliyoruz.’’
SONUÇ?
Arjantin, bulunduğu yer itibariyle bir "model” ülke durumunda değil ama örneğin Türkiye ile kıyaslandığında, uysal, bağımlı-kırılgan bir ülkenin düştüğü durumda da değil. Dış borç yükümlülükleri, dış sermaye girişine bağımlılık vb yönünden Türkiye ile hiç benzerliği yok; tersine kafa tutarak, gelmezseniz gelmeyin, diyebiliyor.
Türkiye bunu diyebiliyor mu? Canı burnunda, alabildiğine kırılgan. Fark da burada…
Arjantin’in verdiği dersin devamı Yunanistan’dan gelecek gibi görünüyor. Değiştirmenin ön koşulu ‘Hayır’ demekle başlıyor, devamı gelecektir.
•••
1970’lerin devrimci mücadelesinin, özellikle Çukurova’daki anti-faşist mücadelenin unutulmaz ismi Haldun Çelik arkadaşımızı, yoldaşımızı önceki gün kaybettik. Anısı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum.