İzzettin ÖNDER Hocanın Yunanistan Yazıları

 İzzettin ÖNDER Hoca İstanbul Üniversitesnden hocamdır. Yazdıklarının ve söylediklerinin çoğuna pek katılmam. Ama okunası yazılar... vurgular bana aittir... mcivriz

 Yunanistan'da siyasetçi-halk ilişkisi

Yunanistan ile Troyka arasındaki çekişmeyi salt tarafların siyasileri ya da yöneticileri arasında bir strateji savaşı olarak algılamak olayları ve/veya oluşumu derinliğine görmek anlamında fazla doğru gelmiyor bana. Müzakereleri Yunan halkı ile Troyka arasında olduğu kadar, içte de Çipras yönetimi ile halkı arasında görmenin daha doğru olduğu kanaatini taşımaktayım. Bu şu demektir ki, Çipras halkına dönerken hem çok haklı olarak Troyka'ya karşı arkasına halk desteğini almayı, hem de belki de halkına açıkça ifade edemediği güçlüğün halk tarafından önsezi olarak algılanarak gerekli değişiklikleri halkın kararı olarak uygulamaya koymayı hedeflemiş olabilir. O nedenle de, içten içe Çipras yönetimi de, az farkla da olsa, "hayır" kararının öne çıkmasını arzuluyor idi. Zira, sonucun "evet" olarak tecelli etmesi durumunda hem iktidar partisinin işleri çok güçleşecek, hem de Troyka'nın dayatmalarını Yunan halkına bizzat iktidar partisi uygulama durumunda kalacak idi. Bu iktidar partisi ki, halkına bazı vaatlerde bulunarak işbaşına gelmiş ve aldığı oy desteği ile Troyka ile müzakereye oturmuş idi. Oylama sonucu ile Yunan halkı emperyalizm karşısında gururunu korumuş oldu. Keşke, halkımız da 2000 programı karşısında tepki koyabilse ve bu programı halkına yedirerek Türkiye'yi sanayileşmeden montaj konumuna gerileten AKP iktidarının ülkeyi nasıl emperyalizme teslim ettiğinin idrakinde olabilse idi!

(Peki böyle oldu da çipras sonrasında yine daraltıcı pakaete evet dedi. bu gözden kaçmıyor mu... mcivriz)

            Sanırım, meseleye Troyka'nın talepleri karşısında Yunan halkının direnmesinden çok, Yunanistan gibi sanayiden yoksun ve verimlilik düzeyi birliğin genel ortalamasının altında bir ekonominin gelişmiş bir ekonomik birliğe entegrasyonu açısından bakmak durumu daha açıklayıcı olabilir. Almanya ve Fransa'nın üretimine pazar bulması Yunanistan'ın içine düştüğü borç batağının bir açıklaması olabilir, ama bu çok yüzeysel bir açıklamadır. Sonucunda bu denli yakıcı şeklide ortaya çıkmasına neden olan asıl sorun, sanayiden yoksun ve verimliliği düşük bir ülke halkının eline ileri sanayiye sahip güçlü merkezin para biriminin verilmiş olmasıdır. Çok kısa süreli olarak benzer sorun 2000 IMF programında Türkiye'nin de başına gelmiş ve Şubat 2001 krizi yaşanmıştır. Enflasyonun önlenemediği süreçte güçlü ülke parasına bağlanmış olan TL'nin değeri düşürülemediğinden yükselen dış ödeme sorunu ekonomiyi ani krize sokmuş ve derhal IMF ekonomiye para enjekte edip, dalgalı kura geçmiştik, ki bu durum devamlı devalüasyon anlamına geliyordu.

            Aynen IMF-Derviş programının Türkiye'ye 2000 yılında baktığı şekilde, Troyka'nın Yunanistan'a yaklaşımı da, sorunları alt-yapıda yer alan ekonomik yapının özellikleri ya da sorunları ile bağlantılı olarak değil, aslında ekonomik bozuklukların bir tür göstergesi olan borç ya da açıklar vb gibi göstergeler üzerinde durularak, kısa dönemli ve alt-yapıyı daha da derin krize sürükleyici zorlayıcı önlemler manzumesi şeklinde olmuştur. Ne yapalım ki, kapitalistlerin bakış açısı budur. Hele de zor durumda olup kapitalist-emperyalist zorbanın eline düşen sol ya da hafif de olsa sosyal demokrat yaftalı politikacılara tükürdüğünü yalatmak sistem ideolojisini korumanın vazgeçilemez koşuldur.  

            Bütün bunların özeti şu ki, Yunan ekonomisinin genel verimliliği yükseltilmeden ve/veya devalüasyon yapamaya elverişli para birimine geçilmeden ülke bugünkü sorunlarından kurtulamayacağı gibi, Trotka'nın insafa gelip vereceği ek destekler ekonomiyi ve halkı kısa sürede biraz rahatlatıyor olsa da ileriki dönemlerde daha büyük sıkıntılara sokacaktır. İşte, Syriza'nın başlarda yapmış olduğu hata da AB ile birlikteliği ve Euro bölgesinden çıkma seçeneğini gündeme almamış olmasıdır. Öyle düşünüyorum ki, Syriza bir çıkış yaptı, niye yaptı bilemiyorum, ama şimdi halkın sonucu gördüğünü düşünerek, kendi başına vermek durumunda olduğu kararı halkına aldırmak istemektedir.

            Oylama sonucunda ortaya çıkan durumun ekonomik anlamı, Yunanistan AB içinde Euro bölgesinde kalması koşulunda halkın daha da yoksullaşmasıdır. Zira ancak halkın genel refah düzeyinin geriletilmesi yoluyla güçlü paraya sahip verimsiz bir ülke halkının talebi frenlenebilir ve borç-faiz ödemeleri bir şeklide gerçekleştirilebilir. Belki de, Yunanistan Troyka ile bir anlaşmaya giderek, IMF ve Avrupa Merkez Bankası'na muaccel olmuş ve olacak olan borçlarını temdit ettirip, içte emeklilere yapılacak ödemeler ve sair kamu hizmetleri için bir tür "devlet kağıdı" ihracına yönelebilir. Bu süreç, tedricen Euro sisteminden çıkmak anlamına gelebilir. Böylece, Yunanistan'ın ithalatı kısıtlanır, iç üretimle ancak iç talep karşılanır, dış ödemeler için başka pazarlıklar ve önlemler devreye girebilir. Troyka, Yunanistan'a boyun eğdirmek ve/veya Yunanistan'ı ürünlerine piyasa olarak görme durumunda ise, böyle bir pazarlık da açıktır ki suya düşer.

            Yunanistan ve Çipras zorlanıyor, ama bu zorlanma öyle bir zamanda vuku buldu ki, ortada ne dost elini uzatabilecek güçlü bir komünist blok var, ne de kapitalizm biraz gevşeyebilecek güce sahip. Küreselleşmenin anlamı merkezin çevreyi sömürmek ise, açıktır ki, bu süreç sistemin çöküşünde giderek güçlenir ve gaddarlaşır. 2008 Krizinin hemen ertesinde Obama Avrupa'da, sanırım Paris'te yaptığı toplantıda bizler gibi kalkınmakta olan ekonomileri krizi bahane ederek içine kapanmamaya çağırdı, çünkü bizler gibi ekonomiler güçlü merkezlere kanayarak, krizin güçlü ekonomilerdeki etkisini hafifletme işlevi ile yükümlüdür.

            Yunanistan'ın AB üyeliği ve/veya Euro bölgesindeki konumunun alacağı şekli, taraflar arasındaki çekişmenin birinci raundunun sonucu olarak önümüzdeki günlerde göreceğiz. Halkına dayanan Syriza iktidarı ile Yunanistan'ın direncinin çevreye sirayet etmesinden endişe duyacak olan Troyka yönetimi arasındaki müzakerelerin karşılıklı güç denemesi şeklinde çok çetin ve bir o kadar da tarafları üzücü şekilde geçeceği açıktır. İlk raundu emperyalizme karşı halk iradesi kazanmıştır. Umalım, bu irade devamlı olsun ve başta Türkiye olmak üzere benzer ekonomilere örnek oluştursun.  


 
Yunanistan olgusunun öğrettikleri

Yunanistan'ın bugün karşı karşıya kalmış olduğu durumu yüzeysel yorumlamak kolaydır; Almanya ve Fransa üretti, Yunanistan da hızlı ve kapasitesi üzerinde tüketim yaparak merkez sermayeye hizmet etti. Her halde Yunanistan üretip, Almanya tüketmeyecekti. Hal böyle olunca, bugün de Yunanistan Almanya üzerinde boza pişirmeyecekti!  

            Yunanistan'ı suçlamak çok kolay. Zira, 2010 yılında Yunanistan'ın borç batağına sürüklenişi görülmüş olduğu halde, bu dönemde borç yapılandırılmasına yanaşmadı ve borçlanmayı sürdürdü. Ponzi borçlanma sistemine sürüklenen Yunanistan bugünlere geldi. Açıkça görülüyor ki, ekonomilerin içsel dinamiklerine müdahale edilmediği durumda, sistem dengeye gelmiyor, tam tersine, hızla dengeden uzaklaşıyor. Piyasa ekonomisinin çalışma koşulları gerçek oluşumu perdelerken, hükümetlerin oy kaygıları ve halkların kısa görüşlülüğü de sistemi bozup, krize sürükleyebilmektedir. Nitekim 2008 ABD krizini hatırlarsak, ABD'nin de nasıl krize saplandığını, hatta krizden daha iki yıl öncesinde FED başkanı Ben Bernanke'nin krizlerin sonlandığı ve artık büyüme meselelerine odaklanılması gerektiği şeklinde beyanlarda bulunduğu, aynı doğrultuda beyanda bulunan Nobel ödül sahibi Robert Lucas'ın da Bernanke'nin yanında yer aldığı  hatırlanırsa, Yunanistan'ın vahim hataları bunların yanında biraz teferruat olarak kalır..

            Nasıl bu kadar vahim hatalar yapılıyor? Süreç bir merkezden yönetilmediğinden ortada bir hata yoktur. Zira sistem yol alırken, tüm bileşenleri çeşitli yöntemlerle ve bizzat onların rızaları ile sistemin içine almaktadır. Sermaye birikime yönelirken, emek sermaye adına sömürülmeye, anlayamadan, razı olmakta; yükselen finans bir yandan maddi sermayenin piyasa olanaklarını genişletirken aynı anda da sermayeden aslan payını almakta; tüketiciler de kazandıklarından fazlasını harcamaktadır. Kısacası, ne krizin oluşumunda ne de çözümünde halk ya da sermaye krizin sorumlusu değildir.  Krizin oluşum aşamasında da sonlandırılmasında da sermayenin güçlü bölümü başat rol oynamakta ve sonuçta da karlı çıkmaktadır. Görülüyor ki, meselenin anlaşılabilmesi için sistemi odağa koymak gerekmektedir.

            Bu görüşün ışığı altında Yunanistan olgusunun önümüze serdiği öğretilerden birincisi, günümüz ekonomi koşullarında klasik ekolün ileri sürdüğü herkesin kendi çıkarını gütmesinin toplumsal çıkara hizmet ettiği görüşünün artık geçerli olmadığıdır. Hal böyle olunca hiçbir düzenleme yapılmadan ekonominin piyasa dürtüleri ile uygun yol alacağını düşünmek eğer saflık değilse, güçlü sermayenin  işleyiş sürecini meşrulaştırmaktır.  

            İkinci olarak, bugün Yunanistan'ın durumuna ve sanayisiz ekonomisine bakarak, 2000 IMF-Derviş politikalarının Türkiye'yi oturttuğu sanayisizleşme karşıtı, ara-sanayi ve montaj aşamasının 75 milyon dolayındaki Türkiye'yi bir yere taşımayacağını görmeliyiz. Bu bağlamda, net ihracat değerleri ile övünmek amacıyla, halkın gözünü boyayacak şekilde toplam ihracat değerlerini ileri sürmek yanlış politikadır. Oysa, bu değerin büyük bölümü ile aslında yurt dışındaki üreticilere ve emeğe katkı yapılmış olmaktadır.

            Bankacılık ve borsa denetim altına alınmalıdır, dış kaynaklı bankaların genel sistemde giderek ağırlığının artması ekonomi için kesinlikle bir tehlike işaretidir. Özellikle kriz dönemlerinde kar oranı ve/veya miktarı yükselen yabancı bankaları denetim altında tutmak güç olabileceği gibi, kar transferlerinde de ekonomi büyük sıkıntılara düşebilir.

            Yunanistan'da Syriza hükümetinin başlangıçtan bugüne kadar gelmiş olduğu aşama, tavizler nedeniyle, ciddi bir geri adımı ifade etmektedir. Bu süreç, hükümetin başlangıçta gerçek anlamda sol politika ile yola çıkmayıp, sosyal demokrasi benzeri hibrid görüş ve politikalarla işe başlamış olmasının kaçınılmaz sonucudur. Böylesi ilk adım hatası, çöküşe yol açan politika ve süreçlerin zımnen kabulü anlamına geleceğinden, müzakereleri sonucun da kabul edilmesi gerektiği noktasına taşır. Nitekim, Yunanistan'ın adım adım geldiği nokta yaklaşık böyle bir yerdir. Syriza hükümetinin  izlediği politikayı "sosyalist" olarak tanımlamak, programın içeriği itibariyle teorik olarak doğru olmadığı gibi, emperyalist Troyka karşısındaki durumu itibariyle de solun aşağılanmasına vesile oluşturabilir. Bu itibarla, meseleyi çok açık ortaya koymak gerekmektedir. Program kısmen sosyal demokrat nitelikli olduğundan, emperyalistlerle çetin mücadele sonucunda bir yönü ile erimeye mahkûmdur. Programın abartılmadan gerçek niteliği ile ortaya koyulması sol politikaların emperyalistler karşısında tutunamadığı şeklindeki kasıtlı yorumların önünü alır.   (benim Yunanistan ve Çipras ile ilgili olarak yazdıklarıma ideolojik olarak  itiraz edenler bu cümleleri özenle okumalı bence...mcivriz)

            Emperyalistler Yunanistan'ı ürün ve sermaye piyasası olarak sömürmenin sonucunda, bugün de Euro'dan çıkmasını açık veya kapalı telkin ederken, bu kez de aşırı devalüasyonlara iterek, ikinci hamlede de ekonomiyi soymaya yeltenmektedir. Bu itibarla, IMF ya da Dünya Bankası veya güçlü ekonomilerin zayıf devletleri program yapma görüntüsü altında zaman zaman sabit kur ya da dalgalı kur rejimleri önermelerinin altındaki görüşü çok net anlamak durumundayız.

            Yunanistan askeri işgal benzeri sıkı emir ve komuta altında yol almaktadır. Son oylamada halkın çok büyük oranını arkasına almış olan  hükümet Troka karşısında işgal altındaki ülke yöneticisi muamelesi görmektedir. Bu süreci geçmiş dönemlerin askeri işgal altındaki sömürgelerin yönetimine analojik olarak algılayabiliriz. Emperyalistlerin dayattıkları özelleştirmeler, finansal operasyonlar, ekonomilerin denetimsiz dış dünyaya açılması vb gibi neoliberal uygulamaları bugünkü Yunanistan öğretisi altında bir kez daha düşünülmelidir. Ne gariptir ki, "başımızda çıkarımızı düşünen bir hükümet var" düşüncesi ile rahat uyumamız gerekirken, "emperyalizmin emrindeki hükümet acaba hangi çıkarımı ihlal ediyor" diye daima uyanık durmamızın gerekli olduğu bir dönemde yaşıyoruz! 

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/izzettin-onder/yunanistan-olgusunun-ogrettikleri-122559

 
Troyka-Syriza çekişmesinin ardından
Dikkat edilirse, yazının başlığında "Yunanistan" sözcüğü yerine, kasıtlı olarak "Syriza" sözcüğünü kullandım. Müzakereler nerede ise sonlandırılmış olup, birinci sahnenin perdesi kapanırken, geçmişi daha net olarak çözümleyebiliriz. Böyle bir çözümleme, salt fikir jimnastiği olmanın ötesinde, geleceğe yönelik de bize bazı şeyler gösterebilir.

Benim düşüncem şudur ki,  Syriza Yunan halkının son yıllarda içine düştüğü fevkalade olumsuz koşullardan kurtulma ve biraz da olsa nefes alma çabalarına çare olmak üzere bir tür sosyal politika ağırlıklı paket gündeme getirdi. Emekli maaşlarının yükseltilerek eski düzeyine getirilmesi, uygulamadan kaldırılmış olan bazı sosyal desteklerin yeniden ihdası, KDV oranlarının makul düzeye çekilmesi  vb gibi ekonomiyi değil, fakat halkı rahatlatacak bazı önlemleri içeren bir paket, doğal olarak, sosyalist bir proje olarak görülemezdi. Ancak, bizzat Syriza hükümetinin de destek ve çabaları ile çevreye bir sosyalist program gibi yansıtıldı. Syriza'nın bu taktiği, belki Troyka'yı biraz geriletmek ve 9 milyonluk bir ülkeyi yaklaşık 450 milyonluk bir devin içinde hazmedilmesini sağlamak olabilir.

Syriza'nın böyle bir taktiği olabilir, hatta bu taktik siyasi olarak savunulabilir dahi. Ancak, çevrenin böyle bir programı sosyalist program olarak yayması, hatta ileride Yunan bankalarının da yeni programa göre denetim altına alınarak ya da devletleştirilerek, ekonomide para ve kredi sisteminin merkezi otoriteye bağlanacağı gibi ifadeleri yayması içerik olarak doğru olmadığı gibi, strateji olarak da doğru değildi. Zira, böyle bir program karşısında Troyka'nın geri adım atması salt Yunanistan boyutunda hiç gerçekçi değildir. Troyka, Yunanistan üzerinde düşünürken, zaten Yunanistan'a borç vermiş merkez sermaye dokusunu kurtarıyor olduğundan fazla sıkıntılı da değildi. Troyka'nın derdi başka yerde idi. Bundan dolayı Troyka Yunanistan'ı serbest de bırakamazdı, Yunanistan'a taviz de veremezdi.

Troyka'nın birinci derdi, sadece bu ateşin İtalya, İspanya ya da diğer sıkıntılı ülkelere sıçrayacak olmasından öte, uzun yıllar büyük hayallerle beslenmiş ve rampaya oturtulmuş olan Hıristiyan Avrupa projesinin yara alıyor olması idi. Üstelik bu yaranın temelinde, birliğin temelini oluşturan ekonomik doku vardı. Zira Yunanistan'ın sorunu siyasi değil, ekonomik idi. Ne var ki, bu konuda Yunanistan'dan çok Avrupa Birliği suçlu idi. Çünkü, siyasi arenada Roma Antlaşması görüşmeleri yapılırken, ekonomik arena da çok çeşitli fikirler tartışılıyordu. Bunlardan çok önemlisi, geleceğin müşterek Avrupa'sının oluşumu için tüm yasa ve kurumların ahengini sağlamanın olası sonuçlarının tartışıldığı alandır. Ünlü "Vergi Ahenkleştirmesi" konusu bunların en önde gideni idi. Bu konuda iki fikir ortaya atıldı. Birincisine göre, madem ki tüm Avrupa ülkeleri bir bütün büyük ülke olma yolunda ilerliyordu, o zaman tüm ülkeler yasalarında da ahengin sağlanması zorunludur. Buna karşı geliştirilen görüş ise şu idi: Eğer bütünleşmiş ve ahenk içinde bir gelecek Avrupa'sı tahayyül ediliyor ise, o zaman ülkelerin farklılıklarına göre farklı uygulama yapmak gerekir. Fakat, anlaşılabilen nedenlerden dolayı, ikinci görüş rağbet görmedi ve birinci görüş uygulamaya koyuldu. Böylece, farklı ülkeleri aynı yasalar ve uygulama altına girince, sonuçta ekonomilerin yakınlaşmasından çok farklılaşması ortaya çıktı. Bu arada, ücretlerde ve sair bazı alanlarda ufak yamalamalar yapılırcasına destekler geliştirildi, ancak büyük krize kadar idare edilen durum sonuçta açık verdi ve bilinen sonuç yaşanmaya başladı. Bu neden, Yunanistan, İtalya, İspanya başta olmak üzere, Avrupa'nın çürük elmaları birer birer dökülmeye başladı.

Bunlara rağmen Troyka ve tüm neoliberal sistem Syriza programının sol proje olarak tanıtılmasından gizli şekilde hoşnut da olmuş olabilir. Zira, son durumda, sol proje diye sunulan Syriza programı reddedildi, aşağılandı ve bizzat halkının önünde diz çöktürüldü. İşin beni rahatsız eden boyutu burasıdır. Tabii ki, geçici bir durumdur bu ama, bu aşamada da olsa neoliberalizm bir tür zafer kazanmış oldu. Keşke tersi olmuş olsa idi! Ancak, durum müsait değil idi ve proje yanlış olarak yanlış temelde sunuldu. Parça bölük sunulan her proje karşıtları tarafından ezilmeye mahkumdur. Mücadelede tüm alanlar kapsanır ve tavize meydan bırakılmaz. Aksi durumda, karşıt güç tutarlılığı olmayan projeyi deler ve içinden çökertir.  

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/izzettin-onder/troyka-syriza-cekismesinin-ardindan-123349


Ekonomi Arşivi
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ