Geçtiğimiz günlerde Türkiye'de ilk kurulan Organize Sanayi Bölgesi (OSB) olan Bursa OSB'nin 50. kuruluş yılı kutlandı. Planlı ekonomiye geçiş süreciyle birlikte bir Dünya Bankası kredisiyle başlayan, yarım asırlık OSB serüveni, ülkemiz sanayinin bugünkü noktaya gelmesine çok önemli katkılar sundu. Artık neredeyse her ilimizde en az bir OSB bulunuyor ve sanayicisinden sıradan vatandaşına herkes o ildeki OSB'nin nerede olduğu, neye benzediği konusunda bir fikir sahibi. Pek fikir sahibi olmadığımız konu ise OSB'lerin ülkemiz ekonomisindeki işlevinin nereye doğru evrilmesi gerektiği. Bence bu sorunun cevabı, Türkiye'nin sanayi politikasını da, cari açıkla mücadele stratejisini de yakından ilgilendiriyor.
Konuyu tartışmaya başlarken, Türkiye'deki başarılı örneklerin de ötesine geçip, dünya ekonomisinin yükselen ve hızla sanayileşen ülkelerinde neler olup bitiyor bakmak lazım. Dünya Bankası tam da bu konu üzerine, dünyadaki özel ekonomik bölgelerin bugüne kadarki başarılarını, eksikliklerini ve gelecekte gidecekleri yönü tartışmaya açan yeni bir rapor yayınladı.[1] Bu raporda ilk dikkatimi çeken, bizler 250'den fazla OSB kurmuş olmakla övünürken, Banka'nın Türkiye'nin bu alandaki 50 yıllık tecrübesine hiç yer ayırmamış olması oldu. İkinci dikkat çekici şey ise, OSB deyince biz Türklerin aklına gelenle, Doğu Asya ülkelerinin özel ekonomik bölgeleri arasındaki farklılıklar. Bunu sanırım biraz daha açmakta fayda var.
Türkiye'deki OSB olgusu, ülkemizde sanayi yatırımı yapmanın önündeki muhtelif engelleri bertaraf etmek için geliştirilen ve Sanayi Bakanlığı tarafından başarıyla uygulanan çok zekice bir mekanizma aslında. Açıkça söylemek gerekirse, sanayiciler belediyelerimizin "yatırımcı-dostu" (!) uygulamalarıyla cebelleşmeden, yüksek nitelikli sanayi arsalarına erişip, kaliteli altyapı hizmetlerini daha ucuza alsınlar, birbirlerine ve yerel/küresel pazarlara daha erişebilir olsunlar, ruhsat ve izinlerini öngörülebilir zamanda/maliyette edinsinler diye geliştirilmiş bir mekanizma. Sanayi üretimi potansiyeli bulunan illerimizde, 1 ile 56 kilometrekare arasında değişen alanlar, OSB'ler için ayrılmış. Mesela, Gaziantep'teki OSB, 2370 hektarlık yani 23,7 kilometrekarelik bir alanda 658 firmaya ev sahipliği yapıp, 71.000 kişiye istihdam sağlıyor. Kayseri OSB'de 50.000, Bursa OSB'de 35.000, Eskişehir OSB'de de 24.000 kişi çalışıyor. Türkiye'nin genelindeki OSB istihdam rakamı 1 milyona yaklaşıyor.[2]
Bizler, 1960'larda tasarladığımız, 1980'lerde yaygınlaştırdığımız bu OSB modelini giderek mükemmelleştirmeye çalışırken, başka ülkeler çok daha farklı bölge modelleri deniyor. Türkiye'de, şehirlerden ayrılan, hatta belediyelerden bir nebze özerkleşmiş bir yapı ortaya çıkarken, dünyanın doğusunda, OSB'lerin kendileri ayrı birer şehir haline geliyor. Daha büyük coğrafi alanları kapsayan bu modelde, sanayi altyapısına ek olarak, liman, havaalanı, meslek okulları ve üniversiteler, yerleşim/konut alanları, turistik alanlar hep birlikte tasarlanıp yönetiliyor. Biz OSB'lerde daha yeni yeni meslek okulları açmaya başlamışken, teknoparklara ve lojistik merkezlere sahip OSB'lerin sayısı Türkiye'de bir elin parmağını geçmezken, Doğu Asya ülkelerindeki sanayi bölgeleri üretim işlevlerinin çok ötesinde, artık birer yaşam ve çekim merkezi haline geliyor. Çin ve Singapur tarafından ortaklaşa geliştirilen Suzhou Sanayi Bölgesi (http://www.sipac.gov.cn/), Güney Kore'de geliştirilen Incheon Sanayi Bölgesi (http://ifez.go.kr/) bu bahsetmeye çalıştığım yeni modeli çok iyi tasvir eden örnekler. 1980'lerde İngiltere'de geliştirilen sistemden ilham alan bu bölgeler, bizdeki en büyük OSB'nin en az 10 katı büyüklüğünde bir coğrafi alana yayılıyor. Hepsi birer yaşam, üretim, eğitim, teknoloji ve lojistik merkezi olarak tasarlanmışlar. Bu bölgelerin bir ortak noktası da yönetişim modellerinin bir hayli gelişmiş olması; bölge yönetimi özel sektör tarafından yapılırken, bir kamu idaresi de etkin biçimde denetimi sağlıyor, fren-denge mekanizmaları işliyor. Bizdeki yapıda ise izin verenlerle izin alanlar aynı kişilerden oluşabiliyor.[3]
Bizle diğerleri arasındaki farkı daha da merak ediyorsanız, önce yukarıda verdiğim web sitelerine bir bakın, sonra da önde gelen Türk OSB'lerinin web sitelerine bir göz atın (Gebze: www.gosb.com.tr; Bursa: www.bosb.com.tr; Manisa: www.mosb.org.tr vb.)
Bu farklılıklar ve Türkiye'de OSB'lerin sorunları üzerine sayfalarca yazılabilir. Ama benim esas derdim, bugünün koşullarında başarıyla işleyen OSB modelinin dışında da farklı modellerin var olabileceğini hatırlatmak. Türkiye için farklı modelleri tartışmaya açarken, aşağıdaki üç öneri belki bir başlangıç noktası olabilir:
Türkiye'deki OSB programını kapsamlı biçimde değerlendirmek gerekiyor. 50 yılda nereye geldik? OSB'lerin, bu bölgelerde faaliyet gösteren firmaların üretim/ihracat/yenilikçilik performansına katkısı nedir? OSB'lerin sanayi kümelenmelerinin oluşumunda ve gelişimindeki işlevi nedir? Doğrudan yabancı yatırımcı çekme kapasiteleri ne durumda? Gelişmiş yerlerde uygulanan rejimle, sanayi faaliyeti henüz gelişmemiş yerlerdeki OSB uygulamaları nasıl farklılaşmalı? Bugünkü yönetişim modeli, geleceğin sorunlarına ne ölçüde cevap verebilir? Eskiden arsa ofisinin başarıyla yaptığı sanayi arsası üretme işlevini bugün TOKİ, yeni bir şehircilik anlayışıyla birlikte, nasıl devam ettirebilir? Birçok yerde birbirine düşman olan OSB'lerle belediyeler, aralarında nasıl bir kazan-kazan ilişkisine kavuşabilir? OSB'lerdeki üretimden sağlanan vergi gelirlerinden, sadece büyük kentlerin değil de, OSB çevresindeki yerel yönetimlerin faydalanması nasıl sağlanabilir? Bu ve diğer kritik konuları bütüncül biçimde ele alacak bir OSB değerlendirme çalışması olmadan, yarının yol haritasını çizmek pek gerçekçi olmayabilir.[4]
Yeni bir OSB yaklaşımını test etmeye başlayabiliriz. Türkiye'deki OSB'lerin hepsini birden yukarıda kısaca bahsettiğim Doğu Asya modeline dönüştürmek elbette imkansız. Ayrıca, bu modelin Türkiye'de işleyip işlemeyeceğini şu anda bilemiyoruz. Bence bir pilot uygulamayla, entegre çözümlerin performansını test etmeye başlayabiliriz. 1990'larda konuşulmaya başlanan, ancak henüz hayata geçmeyen "Bilişim Vadisi Projesi" yönetişim modeli açısından sorunları olsa da bu dediğim yeni yaklaşıma çok benzer bir mantıkla tasarlanmış aslında. Sanayi ve teknoloji altyapısına, yaşam kalitesiyle birlikte odaklanan bir başka pilotu, Marmara Bölgesi dışında bir yerde uygulamak iyi bir başlangıç olabilir. Projenin ilk 5 senedeki başarı durumuna göre, program kapsamının genişletilmesi ve yaygınlaştırılması düşünülebilir. Şunu da unutmayalım; bu bölgeleri, yeni ekonomi politikalarının ve ikinci nesil reformların test edilmesi amaçlı olarak da kullanabiliriz. Örneğin, YÖK reformuna ve üniversite özerkliğine, böyle bir pilot bölge içindeki üniversitede başlanabilir. Aynı şekilde, vergi reformu da bu bölgeden başlayabilir. Mevcut hukuksal sistemimiz ise böyle bir yeni modelin, özellikle de ideal yönetişim yapısının gelişmesinin önündeki en büyük kısıt. Öte yandan, tam da yeni Anayasa'nın içeriğini tartışmaya başlamışken, bu yeni modeli de hesaba katabilir ve yeni hukuksal sistemimizde yer açabiliriz.
50 yıllık OSB tecrübesini başka ülkelere daha organize biçimde aktarmanın da zamanı geldi. Türkiye'nin bugün ulaşmış olduğu sanayi üretim yapısından ve OSB tecrübesinden, etrafımızdaki ülkelerin ve hatta çok daha geniş bir coğrafyanın öğrenebileceği çok şey var. Türk özel sektörü tarafından, başka ülkelerde kurulacak OSB'ler, yerel ekonomiye katkılarının yanında, Türk sanayi yatırımlarının değer zincirlerinin bu ülkelere yayılmasına da büyük bir katkı sağlayabilir. Bu yolla, bu ülkelerdeki iş yapma ortamı, Türk yatırımcılar için daha elverişli hale getirilebilir. Bu şartları yerine getiren projelere kamu tarafından teşvik sağlanması konusunu yeni OSB tartışmasına dahil etmekte fayda var. Örneğin Çin devleti, Çinli sanayi şirketlerinin küreselleşmesine katkı sağlamak amacıyla, Çinli şirketler tarafından Afrika, Ortadoğu ve Asya'da yapılacak 50 adet OSB projesinin yatırım maliyetinin yüzde 30'unu karşılama kararı almış. Biz de, en azından kendi doğal hinterlandımız için geç kalmasak iyi olur.
Sanayimizin, dolayısıyla da ekonomimizin bir üst lige sıçrama yapması için artık farklı bir büyüme modelini benimsememiz gerekiyor. Yeni bir OSB politikası da bu büyüme modelinin önemli bir parçası olmalı. Misyonları yeniden tanımlanan yeni bakanlıklar, özellikle de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve de Ekonomi Bakanlığı bu açıdan önemli bir fırsata sahip. Yeni Anayasa süreci ise OSB'lerin ikinci elli yılını planlayabilmek için belki de en önemli fırsat. Umarım Türkiye bu treni kaçırmaz.
[1] Çalışmayı bu adresten indirebilirsiniz: http://www-wds.worldbank.org/servlet/main?menuPK=64187510&pagePK=64193027&piPK=64187937&theSitePK=523679&entityID=000386194_20110816014424
Thomas Farole and Gökhan Akıncı (eds.) (2011) Special Economic Zones: Progres, Emerging Challenges and Future Directions (Washington DC: The World Bank Group)
[2] OSB'lerle ilgili bu tür verilere OSBÜK'ün web sitesinden ulaşabilirsiniz: www.osbuk.org.tr
[3] Mevcut OSB kanununun, OSB'lere verdiği kamulaştırma ile her türlü izin ve ruhsatların OSB tarafından verilmesi yetkilerinin, OSB'lerin kamu tüzel kişiliği değil de özel hukuk tüzel kişileri olmasından dolayı Anayasa'ya aykırı olduğu söylenebilir. Zira benzer yetkiler, Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu için Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.
[4] Bu konudaki en kapsamlı çalışmayı geçen yıl Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Uzmanı Sayın Mehmet Cansız yayımladı. "Türkiye'de Organize Sanayi Bölgeleri Politikaları ve Uygulamaları" adını taşıyan bu çalışmadan hareketle OSB'lere ilişkin yapılacak daha kapsamlı ekonomik değerlendirmelere olan ihtiyaç ise sürüyor.