Yapısal Reformlar Üzerine... Mahfi EĞİLMEZ

 



Nedir bu Yapısal Reformlar?

 
Türkiye ekonomisiyle ilgili hemen her yorum "bunlar iyi ama sürdürülebilirliği sağlamak için yapısal reformların tamamlanması gerekiyor” gibi bir cümleyle bitiyor. Herkesin bildiği, tam olarak tanımlayamasa da saygı duyduğu sihirli bir deyim "yapısal reform.”

Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışından bir örnek vereyim. Diyelim ki İstanbul’u olası bir depreme karşı daha güçlü bir hale getirmek istiyorsunuz. O zaman eskiden depremlere dayanıklı olarak yapılmamış yapıları yıkıp depreme dayanıklı yapılar yapmanız gerekir. Bu, hem zaman alacak hem de pahalıya çıkacak bir dönüşümdür. Ama tamamlandığında hem kentin görünümü güzelleşecek hem de depremlere dayanıklılığı artacaktır. Ya da ağır çalışan adalet sistemini hızlandırmak için mahkeme sayısını artırmak hukuk alanında bir yapısal reform olarak değerlendirilebilir.

Diyelim ki sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sistemi söz konusu. Örneğin her ay sisteme üye olanlardan 100 lira prim toplanıyor ve bu gelir faiz hesaplarında ya da tahvil getirisinde nemalandırılarak 110 liraya çıkarılıyor. Buna karşılık yine diyelim ki sistemden sağlık gideri ve emeklilik maaşı alanlara da ayda 130 lira ödeniyor. Bu durumda sistem her ay 20 lira açık veriyor demektir. Bu açığı kapamanın üç yolu var: (1) Üyelerden alınan primleri artırmak, (2) Emekli maaşlarını ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek, (3) Borçlanmak. Borçlanmak geçici bir çözümdür ve bazen de sorunu ağırlaştırabilir. O halde kalıcı çözüm için ilk iki önlemi almak gerekecektir. Bu önlemler sıkıntı yaratacak önlemlerdir ama sosyal güvenlik sisteminin iflas etmemesi için alınması şarttır. Bu düzenlemelere "yapısal reform” diyoruz.

Türkiye’nin ihtiyacı olan ekonomik yapısal reformların en önemlileri üç başlıkta toplanabilir.

(1) Büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi.Bunun iki yolu olabilir: İç tasarrufları artırmak veya üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmek. Her ikisi de zaman alıcı ve biraz can acıtıcı önlemleri gerektirse de tıpkı deprem önlemi gibi mutlaka yapılması gereken şeylerdir. Eğer bu iki önlem alınıp da yapısal reform yapılamıyorsa o zaman tek çare büyüme hızını potansiyel büyüme düzeyi olan yüzde 5’lere düşürmektir.

(2) Vergi sisteminin dolaylı vergilere dayalı olmaktan çıkarılıp dolaysız vergilere ağırlık veren bir yapıya dönüştürülmesi.Bu değişiklik öncelikle adil bir vergilemenin yerleştirilebilmesi için gereklidir. Çünkü dolaylı vergiler düşük gelirliden oransal olarak daha yüksek vergi alınmasına yol açar. Değişikliğin yapılması ayrıca ithalâta bağımlı vergi geliri artışlarından uzaklaşmamızı sağlayacağı için önemlidir. Bir başka yararı da kayıt dışılığı önlemesinde görülecektir.

(3) Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması.Enerjimizi dışarıdan ithal ettiğimiz için cari açığa olumsuz katkı yapan bu ithalât kalemini azaltıcı önlemleri almamız gerekiyor.

Bunlara daha birçok konu eklenebilir. Yalnız ekonomi alanında değileğitimden adalete kadar birçok konuda yapısal reformlara ihtiyacımız var.Ama hemen başlamak için bu üç alan bence doğru bir başlangıç olabilir.
 

Yapısal Reformlar Rehberi


 
Bugünlerde hangi ekonomik konuyu tartışmaya başlasak sonu mutlaka gelip yapısal reformlara bağlanıyor. Birisi "bütçe iyi gidiyor” dese "doğru ama yapısal reformlarla desteklenmediği takdirde sürdürülebilir değil” diyoruz ya da birisi "büyüme düşecek” dese "çünkü yapısal reformları yapmadık, cari açık düşerse büyüme de ister istemez düşüyor” diyoruz. Herkesin bildiği, tam olarak tanımlayamasa da saygı duyduğu sihirli bir deyim 'yapısal reform.'

Daha önce bu blogda'Nedir BuYapısal Reformlar?'başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Ama üzerinden biraz zaman geçtiği ve konu güncelliğini hiç kaybetmediği için bu yazıyı daha kapsamlı olarak (ekonomi dışı yapısal reformları da hiç değilse sıralamak şeklinde) yeniden yazmaya karar verdim. Burada konu edeceğim yapısal reformlar hemen elden geçirilmeye başlanması gereken temel konulardır. Bunlara daha birçok reform eklenebilir.

Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışından bir örnek vereyim. Diyelim ki İstanbul’u olası bir depreme karşı daha güçlü bir hale getirmek istiyoruz. O zaman eskiden depremlere dayanıklı olarak yapılmamış yapıları yıkıp depreme dayanıklı yapılar yapmanız gerekiyor. Bu, hem zaman alacak hem de pahalıya çıkacak bir dönüşüm. Ama tamamlandığında hem kentin görünümünü güzelleştirecek hem de depremlere dayanıklılığını artıracak bir yapısal dönüşüm.

Diyelim ki sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sistemi söz konusu. Örneğin her ay sisteme üye olanlardan 100 lira prim toplanıyor ve bu gelir faiz hesaplarında ya da tahvil getirisinde nemalandırılarak 110 liraya çıkarılıyor. Buna karşılık yine diyelim ki sistemden sağlık gideri ve emeklilik maaşı alanlara da ayda 130 lira ödeniyor. Bu durumda sistem her ay 20 lira açık veriyor demektir. Bu açığı kapamanın üç yolu var: (1) Üyelerden alınan primleri artırmak, (2) Emekli maaşlarını ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek, (3) Emeklilik yaşını yükseltmek, (4) Borçlanmak. Borçlanmak geçici bir çözümdür ve bazen de sorunu ağırlaştırabilir. O halde kalıcı çözüm için ilk üç düzenlemeyi yapmak gerekecektir. Bu düzenlemeler başlangıçta sıkıntı yaratacak ve belki de siyasal iktidara oy kaybettirecek önlemlerdir ama sosyal güvenlik sisteminin iflas etmemesi için yapılması şarttır. Bu düzenlemelere 'yapısal reform' diyoruz.

Yapısal reformların önemli bir bölümü yukarıda sosyal güvenlik sistemi örneğinde değindiğim gibi siyasal iktidarın oy kaybıyla sonuçlanabilecek kararlara bağlıdır. O nedenle de kolay kolay uygulamaya konulamıyor.

Türkiye’nin ihtiyacı olan yapısal reformlar üç başlıkta toplanabilir: Siyasal reformlar, sosyal reformlar, ekonomik reformlar. Bunlardan ilk ikisindeki önemli alt başlıkları sıralayalım, üçüncüsünün ayrıntılarına girelim.

Siyasal reformlar
Bu alanda atılması gereken birçok yapısal dönüşüm adımı söz konusu. O nedenle bunlardan en önemli olduğunu düşündüğüm birkaç reforma değinmekle yetineceğim. Türkiye’nin siyasal alanda yapması gereken yapısal reformlarAnayasa değişikliğiile başlamak durumundadır. Bu değişiklikler yapılırken sistemi, batı ülkeleri düzeyine çıkarabilmek için demokrasiyi, özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü, hoşgörüyü, kişi haklarının korunmasını, en üst düzeye çıkaracak ve kısıtlamaları savaş hali gibi çok zorunlu hallerle sınırlı tutacak düzenlemeler yapılması gerekiyor. Anayasa değişikliğini izlemesi gereken reformseçim sisteminin ve siyasal partiler sisteminin düzenlenmesiolarak karşımıza çıkıyor. Seçim sisteminde baraj uygulamasının kaldırılması şart görünüyor. Siyasal partiler kanununda paralel değişiklikler yapılması, milletvekilliğinin (en fazla iki kez seçilmek gibi) süre sınırlandırılmasına tabi tutulması, lider egemenliğini kaldıracak düzenlemelerin yapılması gibi birçok konu bu çerçevede sayılabilir. Bu ikisi bu alandaki en önemli adımlar. Diğerleri bunlardan sonra yavaş yavaş tamamlanabilir.

Sosyal reformlar
Yapısal reformlar için en geniş alan budur. O nedenle bu alanda en önemlileri olduğunu düşündüğüm iki başlığa değineceğim. Bu ikisi Türkiye’nin geleceği açısından olduğu kadar ekonomisine katkı bakımından da en ön sırada yer alıyor. Bu çerçevede en baştaeğitim sisteminin dönüştürülmesiyer alıyor. Türkiye’nin bugünkü eğitim sistemini köklü olarak değiştirmesi ve eğitimde tümüyle bilimin egemen kılınmasından başka çare bulunmuyor. Türkiye ne yazık ki bu alanda 30 – 40 yıl öncesine göre çok daha geriye gitmiş bulunuyor. Eğitim sisteminde 30 – 40 yıl önceki sisteme geri dönsek ve o sistemi günün koşullarına göre revize etsek bu alanda yapısal reform yapmış olabiliriz. Ağır ve siyasal baskıya açık olarak çalıştığından şikâyet ettiğimizadalet sistemini kaliteyi de artıracak biçimde hızlandırmakiçin hâkim, savcı ve mahkeme sayısını artırarak daha hızlı sonuç alınacak ve siyasal etkilerden bağımsız kılınacak bir adalet sistemi kurmak hukuk alanında yapısal reform olarak değerlendirilebilir. Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu tümüyle siyasal iktidar dışında kendi mesleki sınırları çerçevesinde sistemi, atamaları, terfileri yönetecek hale getirilirse bu alandaki tartışmalar önemli ölçüde sonlanmış olabilir. Bu iki alanda gerekenler yapılabilirse diğer sosyal reform konuları bunların ardından yavaş yavaş tamamlanabilir.
 
Ekonomik reformlar
Asıl konumuz bu olduğu için buraya biraz uzun yer ayırmamız gerekiyor. Bu alanda da yapılması gereken çok şey var. Buna karşılık yukarıda olduğu gibi burada da en temel gördüğüm konuları ele alacağım:

Büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi:Türkiye, 2000’lere kadar bütçe açığını, 2000’ler sonrasında ise cari açığı itici güç olarak kullanmış ve bu itici güçle büyümüştür. Yani açık vermeden büyüyemeyen bir ekonomi görünümündedir. Bu görünümden kurtulmak yani açık vermeden büyüyebilmek için iki yol var: İç tasarrufları artırmak veya üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmek. Her ikisi de zaman alıcı ve biraz can acıtıcı önlemleri gerektirse de tıpkı deprem önlemi gibi mutlaka yapılması gereken şeylerdir. Eğer bu iki önlem alınıp da yapısal reform yapılamıyorsa o zaman tek çare büyüme hızını potansiyel büyüme düzeyi olan yüzde 5’lere düşürmektir. Demek ki bu alanda yapısal reform yapamamanın maliyeti daha yavaş büyümek olacaktır. Bunun maliyeti ise işsizliğin düşürülememesinden başlayan birçok başka sorun olarak karşımıza çıkacaktır.

Bu konuda iki önlem söz konusudur. İlki kısa vadede kanamayı durdurmak için ithalatı pahalı hale getirecek kur artışıdır. Bu bir yapısal reform değildir. Çünkü yapısal reform kalıcı düzeltme sağlayacak önlemlerle yapılır, oysa kurların yükselmesi yoluyla ihracatın artması ve ithalatın düşmesi sonucunda ortaya çıkacak cari açık düşüşü geçici düzeltme sağlar. Yani yapıdaki eksikliği, yanlışları kalıcı olarak düzeltemez. Bu eksikleri düzeltmek için ithal mallarından içeride de üretilmesi mümkün olanları teşvik ederek dışarıya ödenecek dövizi azaltmak yoluna gidilmesi gerekir. O nedenle ben bu alanda ‘kısmi ve geçici ithal ikamesi’ yaklaşımını ortaya atmıştım. Bu yaklaşımı ithal mallarından burada da aynı fiyata üretilebilecek olanları geçici süreyle teşvik ederek maliyetini düşürmek şeklinde özetleyebilirim. Bunu yapabilmek için öncelikle sanayi ürünlerinin envanterini çıkararak maliyet, vergi, satış fiyatını sıralamak, sonra bunları dünya fiyatlarıyla kıyaslamak ve hangilerinde teşvik yapılacağını belirlemek gerekir. Bu yolla cari açığı düşürmek mümkün olabilir. Buradaki kritik nokta fiyat olarak rekabet edemeyeceğimiz ürünleri burada üretmeye kalkışarak kaynak tahsisinin bozulmasına yol açmamaktır.

Bütçe gelirlerinin konjonktürel etkilerden mümkün olduğunca arındırılması:Bu konuda atılması gereken ilk adım vergi sisteminin KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilere dayalı olmaktan çıkarılmasıdır. Vergi sisteminin, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi dolaylı vergilerle gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergiler arasında dengeli ağırlıkları içeren bir yapıya dönüştürülmesi gereklidir. Bu değişiklik öncelikle adil bir vergilemenin yerleştirilebilmesi için gereklidir. Çünkü dolaylı vergiler düşük gelirliden oransal olarak daha yüksek vergi alınmasına yol açar. Bu dönüşüm ayrıca ithalât artışına bağımlı vergi geliri artışlarından uzaklaşmamızı sağlayacağı için de önemlidir. Bugünkü durumda ithalat (dolayısıyla cari açık) arttıkça vergi gelirleri de artmakta, dolayısıyla bütçe açığı azalmaktadır. Bu ikili arasındaki ters ilişkiyi mümkün olabildiğince kırmak gerekir. Bu reformun bir başka yararı da kayıt dışılığı önlemesinde ve GSYH hesaplarının gerçeği göstermesinde görülecektir.

Sosyal güvenlik ve sağlık reformu:Bu konu yalnızca Türkiye’nin değil birçok ülkenin sorunudur. Türkiye, birkaç kez iflas aşamasına gelmiş olan sosyal güvenlik sistemini genellikle primleri artırarak ve emeklilik yaşlarını yükselterek reforme etmiş ve sistemi yaşatmaya devam etmiştir. Bugün de bu alanda alınması gereken önlemler bulunuyor. Önümüzdeki dönemde sosyal güvenliğin sorun yaratmaması için bu alanda sürekli olarak maliyet dengelerini izlemek gerekiyor. Bu aşamada bundan daha önemlisi sağlık reformudur. Son yıllarda Türkiye bu alanda önemli gelişmeler sağlamış ve vatandaşlarının sağlık hizmetlerine ulaşmasını kolaylaştırmıştır. Ne var ki her düzenleme gibi burada da sınırlar iyi belirlenemediği zaman maliyetler yüksek oluyor. İngiltere, 1980’lere girerken genel sağlık sigortası (national health service) yüzünden batmanın eşiğine gelmişti. Bizim de bu konuyu yeniden ele alıp maliyete dayalı bir sistemi hayata geçirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde bir süre sonra bütçe bu yükü taşıyamayacak hale gelebilir.

Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması.Enerjimizi dışarıdan ithal ettiğimiz için cari açığa olumsuz katkı yapan bu ithalât kalemini azaltıcı önlemleri almamız gerekiyor. Bu konuda yapılabilecek işler ötekilere göre daha sınırlı görünüyor. Petrol ve doğal gazımızın olmaması ya da ticari boyuta taşınacak düzeyde bulunmaması alternatif enerji üretimi kaynaklarına yoğunlaşmamızı gerektiriyor. Bu alanda güneş ve rüzgâr enerjisi, biyoenerji alanlarında yoğunlaşmanın yanı sıra nükleer enerjiyi de planlarımızın içinde tutmamız ve bu yolda asımlar atmamız gerekli görünüyor. Cari açığımızın çok önemli bir bölümünü enerji faturası tuttuğu için bu alanda yapılabilecek küçük düzeltmelerin bile katkısı olacağını düşünüyorum.

Sektörel reformlar:Bu noktada bankacılık reformundan reel sektöre yönelik reformlara kadar bir dizi düzenleme yapılması gerekiyor. Türkiye, 2001 krizinden sonrabankacılık sektörünü ister istemez reforme etti. Son 40 yılda yaptığımızı en önemli yapısal reform budur. Onu da kendi isteğimizle değil, kriz sonucunda zorunlu olarak yaptık. Buna karşılık mali sektörün bankacılık dışındaki alt sektörlerinde (sigortacılık, leasing, faktöring vb) henüz tam olarak reformları yapmadık. Bunların hızla tamamlanması gerekiyor. Bu alanlardaki denetim ve gözetim görevinin de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) örneğinde olduğu gibi bağımsız bir kuruma verilmesi bu alanda atılacak ilk adım olabilir. Benim bu konudaki önerim birMali Sektör Düzenleme ve Denetleme Kuruluoluşturulup bunun altında BDDK ve Diğer Mali Sektör Kuruluşları Düzenleme ve Denetleme Kurulu adında iki kurumun bulunmasıdır. Bu kurum kurulduktan sonra bankacılık dışı mali sektör kuruluşlarının düzenlenmesine ve denetlenmesine bağımsız olarak bakmaya başlamalıdır.Reel sektöründe ciddi anlamda bir yapısal dönüşüme sokulması gerekiyor. Bu çerçevede son dönemde Türk Ticaret Kanunu ile atılmaya başlanan adımlar ne yazık ki daha işin başındayken budanarak birçok açıdan işlevsiz hale getirildi. Bunların yeniden ele alınması gerekiyor. Özel sektör kuruluşlarının çoğunun ticari defterleri, belgeleri, mali tabloları gerçeği yansıtmaktan uzak bulunuyor. Bu alanda bankacılıkta yapılana benzer sıkı düzenlemelerin hayata geçirilmesi zorunlu görünüyor.

Değerlendirme
Yukarıda değindiğim gibi yapısal reformların en önemlileri olarak düşündüklerime değindim. Bunlara eklenebilecek birçok konu var. Örneğin özelleştirme bunlardan birisidir. Üstelik özelleştirme, gelir sağlayıcı bir reform olduğu için başlangıçta gelir kaybettirici olacak olan yapısal reformlar için destek sağlayabilecek bir adımdır. Bu gelirleri, geçici ve kısmi ithal ikamesi gibi öteki yapısal reformların yaratacağı gelir kayıplarının telafisinde kullanmak mümkündür. O nedenle özelleştirme gibi geçici gelir artışı sağlayacak reformları diğerlerini yapacak zamanlara denk getirmek önemlidir. Türkiye son on yılda özelleştirmelerden 60 milyar doların üzerinde gelir sağladığı halde bu saydığım yapısal reformların hiçbirini yapmamış, yalnızca düşük gelirlilere uygun fiyatla konut sağlama yolunda TOKİ kanalıyla bazı adımlar atmıştır. Türkiye, son on yılda konjonktüre dayalı geçici önlemleri yapısal reformlara tercih etmiştir. Örneğin faizleri düşürmek ekonominin canlanmasına yol açmış ama işin temelindeki sorun çözülemediği için faizler yeniden artmış ve ekonomik büyümeyi frenlemeye başlamıştır. Kredilerin artması büyümeyi canlandırmış ama dışa bağımlılıktan kurtulamayan ekonomi, bu büyüme artışıyla cari açığını artırarak risklerini, yükseltmiştir.

Son on yılda kişi başına gelirini 3.000 dolardan 10.000 dolara çıkarmakla övünen bir ekonominin bu on yılın sonunda hala en temel yapısal reformları tartışıyor olması inanılması zor bir durumdur. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar büyük bir fırsatı heba etmemiştir. Ne yazık ki o uygun konjonktür artık tersine dönmüş bulunuyor ve yapısal reformları yapmak artık eskisi kadar kolay görünmüyor.


 

Ekonomide Yapısal Reformlar

 
Türkiye’nin son on yılı birçok değişikliğe karşılık, bankacılık alanında yapılanlar dışında, yapısal reformlardan uzak durulmasıyla geçti gitti. Oysa bu dönemde elde edilen geçici gelirler yapısal reformları yapabilmek için hem maddi imkan hem de zaman kazandırmıştı. Ne yazık ki bu büyük fırsatı kullanamadık ve mevcut durumu parlak göstermeyi temel sorunları çözmeye tercih ettik.

Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışındaki alanlardan yapısal reforma ihtiyaç duyulanların bir bölümünü sıralayıp geçeyim: (1) Yargının, siyasetin etkisinden tümüyle uzaklaştırılarak tam anlamıyla bağımsız hale getirilmesi. (2) Eğitimin ezber yönteminden çıkarılarak analitik düşünme çerçevesine oturtulması. (3) Azınlıkta kalanların haklarını koruyan gerçek demokrasinin yerleştirilmesi. (4) Düşünce özgürlüğünün oturtulması. (5) Basın özgürlüğünün tümüyle geçerli kılınması. (6) İnsan haklarının yükseltilmesi. (7) Hayvan haklarının en üst düzeyde korunması. (8) Çevrenin korunması. (9) Sporda kalitenin artırılması. (10) Siyaseten temsilin en az oy hakkını da kapsayacak biçimde sağlanması. (11) Üniversitelerin gerçek anlamda bilimsel ve idari özerkliğe kavuşturulması. Bunlara daha pek çok ekleme yapılabilir.

Yapısal reformların bir bölümü yasal değişiklikleri, bir bölümü zihniyet ve yaklaşım değişikliklerini, bir bölümü ise hem yasal değişiklikleri hem de zihniyet ve yaklaşım değişikliklerini gerektiriyor. Konu çok yönlü olduğu için ben burada ekonomik yapısal reformları ele almakla yetineceğim.

Bağımsız olması gereken kurumlara (ki bunlar TCMB ve BDDK gibi kurumlardır) yasaların verdiğinin ötesinde gerçek anlamda bağımsızlıklarını tanımak şarttır. Bunun için yasa maddeleri yeterlidir. Konu zihniyet ve yaklaşım değişikliğini gerektiren bir adımdır. Bu adımı atmak siyasetten bağımsız uygulanması gereken para politikası ve diğer ekonomi politikalarının doğru uygulanmasına ve bilim dışı tartışmalardan kurtulmasına yol açacaktır.

Türk vergi sisteminde dolaylı vergilerin ağırlığını dolaysız vergilere kaydırmak gereklidir. Çünkü KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergiler adaletsizdir. Türkiye'de vergilerin yüzde 65'i dolaylı, yüzde 35'i dolaysız vergilerden oluşuyor. dolaylı vergilerde oran farklılaştırması yapılamadığı için zengin de fakir de aynı oranda vergi ödemektedir. Bu tür vergilerin ağırlıkta olması zaten bozuk olan gelir dağılımını daha da bozucu etki yapmaktadır. Gelir vergisi gibi dolaysız vergiler ise kazançları artan oranlı tarifeyle vergilendirilebildiği için zenginden daha yüksek, fakirden daha düşük oranla alınabilmektedir. Bu yapısal değişimi yapabilmek için yasal değişiklik yapılması gerekiyor.

Türkiye, 1990 ile 2002 arasında düşük cari açık (yüzde 0,9), yüksek bütçe açığı (yüzde 7,2) yöntemiyle, 2003 ile 2012 arasında ise düşük bütçe açığı (yüzde 3,2), yüksek cari açık (yüzde 5,2) yöntemiyle büyümüştür. Yani sistem iç ya da dış dengede açık vererek dış kaynaklara ulaşma ve onları kullanarak büyüme yöntemi üzerine kuruludur. Son on yılda bütçe açığının düşürülmesinde özelleştirme gibi, varlık barışı gibi, milli emlake ait arazilerin satışı gibi geçici gelirler çok etkili olmuştur. Ne var ki bunların sağladığı zaman ve kaynak imkânlarından yararlanıp bir gelir ve harcama reformu yapılarak bütçe disiplini kalıcı hale getirilememiştir. Bugün bütçe hala bu tür geçici gelirlerle ayakta tutulmaktadır. Bu konuda geleceğe dönük yapısal değişim için yasal düzenlemeler gerekmektedir. Vergilerle ilgili düzenlemelerin yanı sıra harcamaların denetim altına alınması da şarttır.

Geçici ve kısmi ithal ikamesi uygulamasına geçmek cari açıkta ve sanayileşmede çözüme yardımcı olabilir. Türkiye, sürekli olarak cari açık veriyor. İthalatının ağırlığı sermaye malı, ara malı ve hammaddeden oluştuğu, hammadde içinde ağırlığı petrol ve doğal gaz tuttuğu için büyüme eğilimin arttığı dönemlerde cari açık da artıyor. Özellikle enerji üretiminde kullanılan petrol ve doğalgaz gibi ürünlerin ithalatının kısılması büyümeyi olumsuz etkiliyor. Bu çerçevede cari açığı düşürebilmek için ilk ağızda bunlar dışında kalan ürünlerin ithal mallar yerine daha az ithalata dayalı olan içeride üretilecek mallarla ikame edilmesi düşünülebilir. Bunu yapabilmek için malların, sektörlerin ve üretici kuruluşların seçilerek geçici bir süreyle ve sürekli inceleme altında tutularak teşvik edilmesi yani geçici ve kısmi bir ithal ikamesi modelinin uygulamaya konması gerekiyor. Buna benzer adımların atıldığı, sanayi envanterinin çıkarıldığının söylenmesine, yeni teşvik sisteminin yürürlüğe konulduğunun açıklanmasına karşın bu alanda herhangi bir ilerleme sağlandığına ilişkin bir kanıt ortada yok. Demek ki bu çalışmalar ya yetersiz kaldı ya da amaca hizmet etmekten uzak bulunuyor. Bunların yeniden düzenlenmesi ve cari açığı düşürme amacına yönlendirilmesi gerekiyor. Bunun yolu Bakanlar Kurulu kararıyla bu hedefe dönük düzenlemeler yapmak ya da mevcut düzenlemeleri bu hedef doğrultusunda düzeltmek gerekiyor.

Türkiye, gerek yaşamak gerekse de büyümek için ihtiyaç duyduğu enerjiyi önemli oranda ithal etmek zorundadır. Bunun maliyeti oldukça yüksek düzeyde görünüyor. Bunu düşürebilmek için sahip olduğu doğal kaynakları (su, güneş ve rüzgâr gibi) enerji üretimine dönüştürmeye daha fazla çaba göstermesi gerekiyor. Bu konularda çalışma yapanları daha fazla teşvik etmek bu yolla enerji üretenlere destek olmak gerekiyor. Bunu yapabilmenin bir yolu mevzuat düzenlemelerinden, bir yolu da idari düzenlemelerden geçiyor. Nükleer enerji de çözüm yollarından birisi olmakla birlikte Türkiye bu konuda geç kalmış bulunuyor. Nükleer enerji aleyhinde artık öyle güçlü bir muhalefet var ki bunu aşıp da nükleer enerji santralı yapabilmek kolay değil. O halde elimizde enerjiyi elde etme yollarını mümkün mertebe dışa bağımlı olmaksızın çeşitlendirmeye çalışmak ve enerjiyi elden geldiğince tasarruflu kullanmak seçenekleri kalıyor.

İç tasarrufları artırmak şart. Türkiye’nin cari açık vermesindeki en önemli etkenlerden birisi iç tasarrufların yetersizliğidir. 2000’lere gelinceye kadar Türkiye’de iç tasarrufların GSYH’ya oranı yüzde 20, yatırımların GSYH’ya oranı ise yüzde 22 dolayındaydı ve dolayısıyla cari açık yüzde 2 – 3 dolayında kalıyordu. Bu da Türkiye’ye yüzde 4,9 dolayında yıllık büyüme ortalaması getiriyordu. 2000’ler sonrasında faizlerdeki gerilemenin de etkisiyle iç tasarrufların oranı gerilemeye başladı. Bugün tasarrufların GSYH’ya oranı yüzde 14 dolayındadır. Buna karşılık yatırımlar gerilemedi. Aradaki açılan fark ise zorunlu olarak dış tasarrufların ithali yoluyla karşılandı. Dış dünyada likidite bolluğu yaşandığı sürece dış tasarruf ithali nispeten kolaydı. Artık herkes biliyor ki Fed, yavaş yavaş bu bolluğu azaltacak. Dolayısıyla bundan sonra yüksek oranlı büyümeyi yüksek cari açıkla sağlayıp bu açığı dış finansmanla karşılamak eskisi kadar kolay olmayacak. Bu durumda iki seçenek var önümüzde: Ya büyümeyi potansiyel düzeyi olan yüzde 5 düzeyine indireceğiz ya da cari açığın yapabildiğimiz kadarını iç tasarruflarımızla finanse edeceğiz. Bu yolda atılmış tek adım olan bireysel emeklilik sistemini geliştirmek çözüm için bir adım olsa da yeterli görünmüyor. Bu konularda yasal düzenlemelerden çok ekonomi politikası uygulamasını elden geçirmek gerekiyor.

Türkiye’nin yüz yıldan fazla emek, zaman ve sermaye harcadığı ama marka yaratamadığı tekstil sektöründe marka yaratabilmek için çaba göstermesi gerekiyor. Bunun için gereken neyse (teşvik, tanıtım, devlet desteği vb) yapılması gerekiyor.

İlk ağızda aklıma gelenler bunlar. Ama biraz daha ayrıntılı çalışılırsa bunlara eklenebilecek istihdamdan sosyal güvenliğe kadar uzanan birçok alan ve konuda yapılması gereken yapısal değişiklikleri sıralamak mümkün olacaktır diye düşünüyorum.
 

 
 

Yapısal Reformlar Niçin Kolay Yapılamaz

 
Öncelikle yapısal reformların ne olduğuna bir kez daha değineyim. Bunu yaparken daha önce bu blokta yazdığım Yapısal Reformlar Rehberi başlıklı yazımın giriş bölümünü buraya aktaracağım.

Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışından bir örnek vereyim. Diyelim ki İstanbul’u olası bir depreme karşı daha güçlü bir hale getirmek istiyoruz. O zaman eskiden depremlere dayanıklı olarak yapılmamış yapıları yıkıp depreme dayanıklı yapılar yapmanız gerekiyor. Bu, hem zaman alacak hem de pahalıya çıkacak bir dönüşüm. Ama tamamlandığında hem kentin görünümünü güzelleştirecek hem de depremlere dayanıklılığını artıracak bir yapısal dönüşüm.
 

Yine İstanbul’dan bir örnek verelim. Her şiddetli yağmur yağdığında evleri sular basıyor, yollar, alt geçitler göle dönüyor. Bu durumu önlemek için kentin bütün altyapısını yenilemek geliştirmek gerekiyor. Bu hem çok gider gerektiren hem de yağmur yağmadığı sürece görünmeyecek olan bir yatırım. Bunu yapmak yerine daha görünür, daha oy getirecek yolları, köprüleri yapmak düşünülebilir. Altyapıya yönelmek bir anlamda yapısal dönüşümdür. Buna yapısal reform diyebiliriz.

Bir de ekonomiden örnek vereyim. Diyelim ki sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sistemi söz konusu. Örneğin her ay sisteme üye olanlardan 100 lira prim toplanıyor ve bu gelir faiz hesaplarında ya da tahvil getirisinde nemalandırılarak 110 liraya çıkarılıyor. Buna karşılık yine diyelim ki sistemden sağlık gideri ve emeklilik maaşı alanlara da ayda 130 lira ödeniyor. Bu durumda sistem her ay 20 lira açık veriyor demektir. Bu açığı kapamanın dört yolu var: (1) Üyelerden alınan primleri artırmak, (2) Emekli maaşlarını ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek, (3) Emeklilik yaşını yükseltmek, (4) Borçlanmak. Borçlanmak geçici bir çözümdür ve bazen de sorunu ağırlaştırabilir. O halde kalıcı çözüm için ilk üç düzenlemeyi yapmak gerekecektir. Bu düzenlemeler başlangıçta sıkıntı yaratacak ve belki de siyasal iktidara oy kaybettirecek önlemlerdir ama sosyal güvenlik sisteminin iflas etmemesi için yapılması şarttır. Bu düzenlemelere 'yapısal reform' diyoruz.

Yapısal reformların önemli bir bölümü yukarıda sosyal güvenlik sistemi örneğinde değindiğim gibi siyasal iktidarın oy kaybıyla sonuçlanabilecek kararlara bağlıdır. O nedenle de kolay kolay uygulamaya konulamıyor.

Türkiye’nin ihtiyacı olan yapısal reformlar üç başlıkta toplanabilir: Siyasal reformlar, sosyal reformlar, ekonomik reformlar.Yapısal reformların neler olduğunun ayrıntısını öğrenmek isteyenler linkini aşağıda verdiğim yukarıda konu edilen yazımı okuyabilirler:

Şimdi gelelim yapısal reformların niçin yapılamayacağına. Bir alandaki yapısal reformu yapabilmek için o alanda gerek görülen yapı bozukluğunun nereden kaynaklandığı ve nasıl düzeltilebileceği konusunda iyi kötü bir görüş birliği olması gerekir. Diyelim ki eğitim alanında yapısal reform ihtiyacı olduğu kanısındayız. Bu konuda görüş birliği var mı? Bence yok. Kimimize göre eğitimde tümüyle bilimsel, sorgulayıcı ve analitik eğitime geçilmesi şart. Bunun için de orta öğretimde biyoloji, jeoloji, felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji gibi derslere yer verilmesi ve bu derslerin sorgulayıcı bir tarzda okutulması gerekiyor. Kimimiz ise bu tür derslerin çocukların isyankâr yetişmesine neden olduğuna ve bunların yerine din derslerinin okutulmasına ağırlık verilmesi biçiminde bir eğitimden yana. Bir üçüncü grup ise bunların bir arada okutulmasını savunuyor. Sizce eğitimde bu üç tercihten hangisine yönelirsek yapısal reform yapmış oluruz? Bence buna karar verebilmek için bilimde, sanatta, felsefede, kültürde ileri gitmiş ülkelerin hangi yolu seçtiğine bakmak gerekir. Öyle yapınca orta öğretimde biyoloji, jeoloji, felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji gibi derslere yer verilmesi ve bu derslerin sorgulayıcı bir tarzda okutulması gerekiyor. Dolayısıyla bence eğitimde yapısal reform bu yöne dönmekle yapılır. Bu yöne dönerken liselerin ve öğretmen okullarının tümüyle buna göre yapılandırılması gerekir. Bu görüşü bugün kabul ettirmek mümkün mü? Bence değil. O halde biz eğitimde yapısal reform yapamayız. Son dönemde yaptıklarımız da zaten geçmişten kalan yapısal reformların terse döndürülmesinden başka bir şey değil.

Yapısal reform yapmazsak ne olur? O zaman buluş yapamayan, inovasyonu taklitçilik sanan, fason üretime çalışan bir toplum olmaya devam ederiz. Bu durumda akla şu soru geliyor: Acaba üzerinde anlaşamadığımız sosyal ve siyasal alandaki yapısal reformları bir yana bırakıp da ekonomik alandaki yapısal reformları yapabilir miyiz? Belki yaparız ama bu bizi ‘muasır medeniyetler seviyesine’ çıkarmaya yetmez. Ekonomisi iyi ama demokraside geri, bütçesi tutarlı ama insan hakları karnesi bozuk, kamu borç yükü düşük ama eğitimde geçen yüzyılın sistemine bağlı bir ülke ‘muasır medeniyetler seviyesine’ çıkabilir mi?

Bizim AB’ye üye olmamız bunun için önemlidir. Üzerinde anlaşamadığımız eğitim, demokrasi, insan hakları, laiklik gibi konularda kendi durumumuza uygun tanımlar uydurmaya çalışacağımıza bunları gelişmiş ülkeler standardında AB’den mecbur kalır da alırsak yapısal reformları yapmış oluruz. Türkiye için yıllar önce AB üyeliği ekonomiyi düzeltmenin ön koşuluydu. Artık AB üyeliği, Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısını düzeltebilmek, bu alanlardaki yapısal reformları yapabilmek için şart. Bu standartları kabul etmeden aramızdaki görüş aykırılıklarını gidermek mümkün görünmüyor.

http://www.mahfiegilmez.com/2015/07/yapsal-reformlar-nicin-kolay-yaplamaz.html
 

Ekonomi Arşivi
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ