Frankfurt Notları 42: Dünya değişti ve fakat Almanya değişmedi

Bir Sanayi Mucizesi Etrafında Şekillenen Fikir Tartışmaları Üzerine

Bu yazı, Wolfgang Münchau’nun Kaputt: Almanya'nın Sanayi Modeli Çökerken (Kaput: The End of the German Miracle, 2025) adlı eseri temelinde, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa ettiği ekonomik modelin günümüzde yaşadığı tıkanmayı ve bu modelin dijital çağda neden sürdürülemez hale geldiğini irdelemektedir. Münchau’nun ifadesiyle, "Dünya değişti ama Almanya değişmedi.”

Ekonomik Mucizeden Dijital Gerçekliğe

Almanya’nın 1950’li ve 60’lı yıllarda yakaladığı "Wirtschaftswunder” (ekonomik mucize), mühendislik mükemmeliyeti, dış ticaret fazlası ve endüstriyel uzmanlaşma gibi unsurların üzerine kurulmuştu. Bu model, uzun süre boyunca istikrarın ve refahın kaynağı olarak görüldü. Ancak Wolfgang Münchau’nun da belirttiği üzere, bu yapı artık sadece işlememekle kalmıyor, aynı zamanda kendini yeniden üretme kabiliyetini de yitirmiş durumda.

Günümüzde Almanya’nın yaşadığı kriz, yalnızca ekonomik yavaşlamaya indirgenemez. Bu, derin bir yapısal dönüşümün ertelenmesinden doğan zihinsel ve kurumsal bir tıkanmadır. Münchau bu durumu, "Almanya eninde sonunda adapte mi olacak, yoksa gerilemeyi sessizce kabul mü edecek?" sorusu ile dramatik biçimde özetlemektedir.

Başarılı Sanayi Mirası, Başarılı Geleceğe Engel mi?

Almanya, 20. yüzyılın son çeyreğinde nükleer enerji ve ağır sanayi üretimiyle Avrupa'nın üretim üssü hâline geldi. Almanya geneline yayılmış fabrikalar, kıtanın sanayi kalbi olarak işlev görüyordu. Ancak bu modelin başarısı, zamanla kendi içinde bir paradoksa dönüştü: belirli sektörlerde aşırı uzmanlaşma, enerji bağımlılığı ve teknolojik yeniliğe karşı direnç, Almanya’nın gelecekteki rekabetçiliğini zayıflattı.

Münchau’ya göre Almanya, "analog çağın dünya şampiyonu” olmuştur. Fakat dijital devrim yalnızca üretim araçlarını değil, üreticinin kimliğini de köklü biçimde dönüştürmektedir. Bugün otomobiller artık mekanik mühendislik ürünleri değil, yazılım tabanlı dijital platformlardır.

"Modern bir elektrikli otomobil artık temelde mekanik bir ürün değil: değerinin büyük kısmı yazılım ve bataryadadır.”

Neo-Merkantilizmin Sınırları: Büyümenin Görünmez Tavanı

Almanya’nın ekonomik paradigması, neo-merkantilist bir anlayışa dayanmaktadır:

yüksek ihracat fazlaları,

dış ticarete bağımlı büyüme ve

kamu-özel sektör iş birliği.

Bu model, sanayi çağı için işlevseldi; ancak dijital ekonomide, yüksek katma değer artık donanımda değil, veri, algoritma ve yazılımda üretilmektedir.

Bugün bile Almanya, dış ticaret fazlalarını bir başarı göstergesi olarak sunmakta ve küresel rekabette bu fazlalarla övünmektedir. Ancak Münchau’ya göre bu, yapısal zafiyetlerin üzerini örten bir yanılsamadır.

Teknik Geri Kalış ve Dijitalleşmeye Direnç

Almanya, dijitalleşme konusunda hem teknik hem de kültürel olarak geç ve yetersiz adımlar atmıştır. OECD verilerine göre dijital altyapı, fiber optik yaygınlığı ve mobil internet hizmetleri bakımından Almanya ortalamanın altındadır. Üstelik bu teknik geri kalmışlık, teknofobiyle beslenen bir kültürel direnişle daha da derinleşmektedir.

"Almanya'nın dijital olan her şeye karşı duyduğu küçümseme artık sistematik bir körlüğe dönüştü.” Okullarda dijital araçların sınırlı kullanımı, eğitim kadrolarının teknolojiye dirençli yaklaşımı ve yapay zekâ yatırımlarının yüzeyselliği, Almanya’nın dijital geçişte neden geri kaldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Otomotiv Endüstrisi: Bir Efsanenin Erozyonu

Otomotiv sektörü, Almanya’nın ekonomik kimliğinin merkezindedir. Ancak bu sektör, dijitalleşmenin sunduğu dönüşüme karşı önemli ölçüde direnç göstermiştir. 2000’li yıllarda elektrikli araçlara geçiş yerine içten yanmalı motorlara bağlı kalınmış ve VW’nin emisyon skandalı gibi olaylarla bu direncin etik sınırları da zorlanmıştır.

Bugün Çin merkezli üreticiler, elektrikli araç pazarında liderliği ele geçirmiştir. Münchau, bu durumu sert bir metaforla özetler: "Alman otomobil üreticileri çağımızın daktilo şampiyonlarıdır.” Ayrıca şu saptama, sektörün dijital çağdaki dönüşümünü kavrayışındaki yetersizliği vurgular:

"Tesla bir yazılım şirketi olarak işe başladı ve bir bilgisayarın etrafına nasıl tekerlek takılacağını öğrendi.”

Finansal Mimari ve Yenilik Eksikliği mi?

Almanya'nın üç ayaklı bankacılık sistemi (özel, kamu ve kooperatif bankaları), uzun süre asanayiye kredi sağlayarak büyümeyi desteklemiştir Ancak son dönemde özellikle kamu bankaları (Landesbanken), finansal kaynakların çeşitlenmemesine zemin hazırlamıştır. Gelişmeyen sermaye piyasası, yenilikçi girişimlerin finansmana erişimini zorlaştırmakta; Almanya, yapay zekâ, kuantum bilişim ve derin teknoloji alanlarında küresel rekabetin gerisinde kalmaktadır.

"Ekonominin diğer sektörlere doğru çeşitlenmesine izin vermek varken Almanya hâlâ aynı eski modele yatırım yapıyor.”

Kontrollü Düşüş: Yavaşlayan mı Eskiyen Sistem mi?

Münchau’nun analizine göre Almanya’nın mevcut durumu "kontrollü bir düşüş” olarak tanımlanabilir. Güçlü mühendislik geleneği ve sanayi altyapısına rağmen, bu üstünlükler artık geçmişin teknolojik paradigmalarına dayanmaktadır. Yapay zekâ, veri ekonomisi, dijital hizmetler ve yazılım ekosistemleri gibi yeni nesil rekabet alanlarında Almanya hem üretici hem de kullanıcı olarak zayıf konumlanmıştır.

"Dijital teknoloji, Almanya’nın en önemli endüstrisi olan otomobil üretimini devralıyor.”

Bir Modelin Değişim ve Dönüşüm Sancıları

Almanya’nın bugün karşıkarşıya olduğu durum, geçici bir konjonktürel dalgalanmadan çok daha derin bir gerçeğe işaret ediyor. Sorun ekonominin yavaşlamasından ziyade, ekonomik modeli ayakta tutan zihinsel çerçevenin artık çağın gerekleriyle uyumsuz hâle gelmesidir. Yazarın altını çizdiği gibi, Almanya sadece üretim kapasitesinde değil; karar alma kültüründe, teknolojiyi kavrama biçiminde ve risk iştahında da ciddi bir tıkanmayla karşı karşıyadır.

On yıllarca çalışmış olan "sanayi ve ihracat odaklı büyüme modeli”, yüksek enerji fiyatları, dijitalleşme devrimi, yapay zekâ tabanlı rekabet ve jeopolitik kırılganlıklar karşısında giderek savunmasız hâle gelmiştir. Bu nedenle mesele yalnızca bazı politikaların düzeltilmesi değil; tamamen yeni bir ekonomik tahayyül geliştirilmesidir.

Asıl meydan okuma, Almanya’nın sahip olduğu devasa endüstriyel ağı yeniden programlayıp programlayamayacağıdır.

Bugün Almanya’nın önünde iki yol bulunmaktadır: Ya ekonomik modelini köklü biçimde yenileyerek dijital-bilişim temelli bir döneme uyum sağlayacak ya da küresel rekabetin kenarında "yavaş gerileyen” bir büyük güç örneğine dönüşecektir.

Bu ikilem, yalnızca Almanya’nın değil, sanayi sonrası toplumların tamamının karşısında duran tarihsel bir sınamayı temsil etmektedir.

ve Türkiye...

Almanya’daki bu dönüşüm tartışmaları, Türkiye ekonomisi açısından da doğrudan önem taşımaktadır; çünkü iki ülkenin ekonomik yapıları birbirinden farklı olsa da karşılaştıkları yapısal sınamalar benzerdir. Türkiye’nin ihracata dayalı büyüme isteği, sanayi politikası arayışları, orta gelir tuzağında sıkışma riski, teknolojik dönüşüm baskısı ve nitelikli işgücü açığı gibi konular Almanya’nın bugün yaşadığı sorunların gecikmiş bir yansıması niteliğindedir.

Türkiye açısından bunun üç temel gerekçesi vardır:

  1. Almanya, Türkiye’nin birinci ticaret ortağıdır. Almanya’daki her yapısal değişim –otomotiv tedarik zincirleri, enerji dönüşümü, karbon düzenlemeleri, sanayi yatırımlarının ABD’ye kayması– Türkiye’nin üretim deseni ve ihracatı üzerinde doğrudan etki oluşturur.

  2. Almanya’nın yaşadığı dijitalleşme ve inovasyon krizi, Türkiye’ye erken uyarı işlevi görür. Türkiye hâlen sanayileşme aşamasında olsa bile, otomotivden beyaz eşyaya kadar pek çok sektörde benzer teknoloji geçişlerine maruz kalacak. Almanya’nın "gecikmiş dönüşüm maliyetleri”, Türkiye’nin de yaşayabileceği potansiyel maliyetleri göstermektedir.

  3. Almanya’nın KOBİ odaklı ekonomik yapısı, Türkiye’nin üretim omurgasıyla büyük paralellik taşır. Mittelstand’ın yaşadığı sıkışma—enerji fiyatları, bürokrasi, risk sermayesi eksikliği, küresel rekabet baskısı—Türkiye KOBİ’leri için de geçerlidir. Almanya’nın modelindeki kırılmalar, Türkiye’ye kendi kırılganlıklarını okunabilir kılar.

Bu nedenle Almanya’da tartışılan "model arayışları” yalnızca başka bir ülkenin ekonomik hikâyesi değildir; aynı zamanda Türkiye’nin önündeki yol ayrımlarını daha erken ve daha net görmesini sağlayan bir laboratuvar işlevi görür. Almanya’nın dönüşümündeki gecikme bedelinin yüksekliği, Türkiye için zamanlamanın ve stratejik yön değişiminin ne kadar kritik olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

Frankfurt Notları
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ