"Türk insanının iki koltukla imtihanı ağırdır: Biri makam koltuğu, diğeri ise şoför koltuğudur." Mücahit CİVRİZ
Yıllar önce idari görevlerim sırasında gözlemlerim ve tespitlerim sonrasında bu cümle düşmüştü zihnime. Bu söz, yüzeyde bir espri gibi görünse de derinlemesine düşünüldüğünde önemli bir gerçeği açığa çıkarıyor bence. Toplum olarak bireye gücün ve yetkinin verildiği anlarda gösterdiği davranış, onun kişilik yapısının, değer sisteminin ve sosyal bilinç düzeyinin bir aynası gibi geliyor bana. Şoför koltuğu da bu bağlamda yalnızca bir araç kullanma durumunu değil; bireyin kendisiyle ve toplumla kurduğu ilişkiyi ifşa eden küçük ama çok şey anlatan bir alan gibi geliyor bana.
Sürücü ehliyeti, çoğu kişi için bir taşıma aracı kullanma izni olarak görülse de bu belge, çok daha derin bir anlam taşır aslında. Bir ehliyet belgesi, bireyin sorumluluk alma kapasitesini, kurallara uyma iradesini ve kamusal alandaki davranış standardını temsil eder. Almanya, bu anlayışı sistematik biçimde kurumsallaştırmış ve insanlar tarafından da içselleştirilmiş ülkelerden birisi gibi geliyor bana.
Burada sürücü belgesi almak, salt bir teknik yeterlilik süreci değil; adaylardan yalnızca araç kullanmayı öğrenmeleri değil, aynı zamanda kamusal alanda sorumlu bireyler olarak davranmaları bekleniyor.
Teorik eğitimlerde trafik kurallarının yanı sıra çevresel farkındalık, ilk yardım bilgisi ve sürücü psikolojisi gibi konulara da yer veriliyor. Uygulamalı sürüşler ise farklı yol, trafik ve hava koşullarında gerçekleştiriliyor. Tüm bu süreç, yüksek maliyetlerle (genellikle 4500 € arası - hatta bu aralar bu bedelin indirilmesi gündemde Almanya'da) ortaya çıkıyor. Bu durum, ehliyetin yalnızca bir hak değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluğun simgesel bir ifadesi olduğunu gösteriyor. Aslında çoğu ülkede teknik süreçler benziyor ama toplumsal farkındalık konusunda bazı eksiklikler gözlemliyorum.
Almanya’da ehliyetin iptali ya da el konulması, bireyin yalnızca bir kuralı ihlal etmesi değil, kamu güvenini sarsan bir davranış sergilemesi olarak değerlendiriliyor. Bu durum, klasik ceza uygulamalarından çok farklı bir yapıya sahip. Özellikle alkol, hız, tehlikeli sürüş ya da tekrarlanan hatalar nedeniyle ehliyetine el konulan bireyler, MPU (Medizinisch-Psychologische Untersuchung) adlı değerlendirme sürecinden geçmek zorunda.
Kamuoyunda "idiotentest, halk arasında salaklık testi de deniliyor” veya "player test” olarak anılan bu uygulama, üç temel aşamadan oluşur:
MPU’ya girenlerin sadece %38’i ilk denemede başarılı olabilmektedir. Bu oran bile, sistemin bireyden yalnızca pişmanlık değil, davranış düzeyinde dönüşüm beklediğini göstermeye yeterlidir.
Trafikteki davranışlarımız, aslında toplumla yaptığımız görünmez bir sözleşmenin yansımalarıdır. Bir kırmızı ışıkta durmak ya da ışıkta birkaç saniye beklemek gibi basit görünen eylemler, bireyin kurallara gösterdiği saygıyı ve içsel disiplinini ortaya koyar.
Bu noktada dikkat çekici bir durum vardır: Trafik kurallarına yüksek düzeyde uyum gösteren toplumlarda, kamu mallarının korunması, insanlara, hayvanlara ve çevreye saygı ve adalet beklentisi gibi davranışlar da daha tutarlıdır. Yani sürücülük yalnızca bir teknik beceri değil, aynı zamanda bir kültürel davranış biçimidir.
Trafik ışığında birkaç saniye beklemeye tahammül edemeyen birey, aynı zamanda toplumun ne kadar da kötü olduğundan, toplumsal adaletsizlikten, liyakat eksikliğinden ya da hukuksuzluktan şikâyet edebilmektedir. Trafikteki sabırsızlık ve düzensizlik; daha geniş bir zihinsel yapının, yani "herkes kendi yolunu bulmalı" anlayışının dışavurumudur. Bu anlayış ise, sosyal sözleşmenin zayıfladığı, bireyler arasındaki ilişkinin güvensizlikle örüldüğü ortamlarda gelişir. Bu durumda bireyler kişisel çıkarlarını önceleyerek kuralları esnetmeye ya da yok saymaya daha yatkın hâle gelir.
Sürücü ehliyeti, yalnızca bir motorlu aracı kullanma yetkisi sağlayan teknik bir belge değildir. Bu belge, bireyin toplumla yaptığı yazılı olmayan anlaşmanın bir simgesidir. Toplumun işleyişine duyulan güvenin, ortak yaşam kültürüne olan bağlılığın ve bireyin kamusal sorumluluk anlayışının somut bir göstergesidir. Pekçok gelişmiş ülke örneği, sürücülükle ilgili değerlendirmeleri yalnızca bilgi ve beceriyle sınırlı tutmak yerine, bireyin kişilik özelliklerini, sosyal bilinç düzeyini ve değişime açıklığını da dikkate alan bütüncül bir sistemle ele almaktadır. Bu belge, bilgi ve beceri kadar ahlaki tutumun ve toplumsal bilinç düzeyinin de ölçüldüğü bir sürecin sonucudur.
Her birey, direksiyon başına geçtiğinde yalnızca trafik kurallarını değil, değerlerini, sabrını, başkalarına duyduğu saygıyı da test eder. Ve belki de bu yüzden; şoför koltuğu, bireyin karakterinin en net göründüğü yerlerden biridir.
Kurallara uyumun istisna değil norm olduğu toplumlarda, yalnızca trafik güvenliği değil, genel yaşam kalitesi de artar. Zira sürücülük pratiği, bireyin bireyle, bireyin devletle ve bireyin toplumla kurduğu ilişkinin gündelik hayattaki küçük ama belirleyici yansımalarından biridir.
Ehliyet, devletin lütfettiği bir izin değil; vatandaşın topluma karşı sorumluluk üstlendiğini gösteren bir güven taahhüdüdür. Bu bağlamda ehliyet, bir imtihanın sonunda kazanılmış bir belge değil; ortak yaşama katkı sunma sorumluluğunu üstlenmiş bireyin taşıdığı bir toplumsal semboldür.
Her direksiyon başına geçen birey, yalnızca yol almaz; aynı zamanda toplumun ortak değerlerini temsil etme ve koruma sorumluluğunu da üstlenmiş olur. Bu nedenle ehliyet sahibi olmak, bireysel hareket kabiliyetinden çok, toplumsal bilinç düzeyinin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
İyi işleyen bir trafik sistemi, iyi işleyen bir toplumun küçük modelidir. Bu nedenle ehliyet süreçlerini ciddiyetle ele almak, sadece sürücü yetiştirmek değil, sorumluluk sahibi, hak ve ödev dengesini içselleştirmiş vatandaşlar için de çok önemli bir adım, olarak geliyor bana.