Günümüzde hız çoğu zaman ilerleme ile eş tutuluyor. Ne kadar hızlıysak o kadar başarılı olduğumuz varsayılıyor. Oysa pratikte, bazı toplumlarda aceleyle başlatılan işler kısa vadede parlarken, orta vadede sürekli düzeltme, yeniden düzenleme ve tekrar eden müdahaleler gerektiriyor. Bazı toplumlarda ise daha sakin ama sistemli ilerleyiş; hazırlık, denetim ve öğrenme döngülerine alan açtığı için sonuçlar daha kalıcı ve sürdürülebilir oluyor.
Nerede okuduğumu/dinlediğimi hatırlayamadığım bir hikaye geldi aklıma birkaç gün önce. Engebeli bir arazide ağır yük taşıyan bir adam, yol üzerinde bir gençle karşılaşır. "Buradan şuraya ne kadar sürede varırım?” diye sorar genç adama. Genç ama bilge olan bu kişi ise şöyle cevap verir:
"Hızlı gidersen dört saatte, yavaş gidersen bir saatte.”
Adam şaşırır. Gencin hesaplamasında hatalı olduğunu, bir kere daha düşünmesini ve cevabını kontrol etmesini ister. Gençse, söylediklerinin arkasındadır ve sözünü şöyle açıklar:
"Yükün ağır, yol ise engebeli. Acele edersen yükün devrilir, yeniden yüklemen de zaman alır. Ama yükünün ağır, yolun engebeli olduğunu bilir ve ona göre hareket edersen... yani dikkatli ve dengeli gidersen yükün devrilmez, Sen de daha kısa sürede varırsın gitmek istediğin yere.”
Bu kısa sahne, toplumsal iş yapma kültürünün özüne dair güçlü bir metafordur.
Bazı toplumlarda kararlar sık değişir; bu sadece kurumsal hayatta değil bireysel düzlemde de böyle olabilir; kurallar, süreçler ve öncelikler anlık kazanımlara göre şekillenir. Aceleyle atılan adımlar, yarım kalan projeler ve tutarsız standartlar üretir; böylece zaman, kaynak ve motivasyon kayıpları büyür. Diğerlerinde ise başlangıçta daha çok zaman hazırlığa ayrılır: açık hedefler, yazılı süreçler, kalite kontrol ve öğrenme mekanizmaları kurulur. İlk bakışta yavaş görünen bu yaklaşım, uzun vadede daha az israfa ve daha güçlü bir güven kültürüne dönüşür.
Plansız hız; hatayı, tekrarı ve israfı çağırır. Bu yalnızca kamusal kurumların değil, özel sektörün, sivil girişimlerin ve bireylerin de ortak deneyimidir. Proje yönetiminden müşteri hizmetlerine, tedarikten ekip çalışmasına kadar, "acele”nin bıraktığı iz, genellikle geri dönüp tamir etmeyi zorunlu kılar.
Böylece kısa görünen yol, fiiliyatta uzar.
Gerçek mesele hızın artırılması değil, doğru hızın bulunmasıdır belki de. Toplumsal ölçekte denge; kurum kültürlerinde öngörülebilirlik ve güveni, işyerlerinde sürekli iyileştirme disiplinini, bireysel hayatta ise dikkat ve özdenetimi besler. Bu denge; kalkınma söyleminde günü kurtaran gösterişten ziyade öğrenen yapıları teşvik eder. İş yapma kültüründe "önce doğru, sonra hızlı” ilkesini yerleştirir. Trafikte sabırsız manevraların kazandırdığı saniyeler yerine, herkesin güvenle varmasını önceleyen bir uyumu güçlendirir. Özel sektör için bu, stratejik sabır ve süreç kalitesi; bireyler için ise planlı tempo ve sürdürülebilir performans demektir. Son tahlilde, toplumsal ilerleme, kurumların ve bireylerin aynı anda şunu içselleştirmesiyle mümkün olur: Hız, ancak dengeyle birleştiğinde gerçek kazanca dönüşür.
Acele, yükü devirmektir; dengeli tempo ise yükü sağ salim hedefe ulaştırabilmektir.