Ve Ölüm

"Dünyaya gelmek, bir anlamda ölüme doğmaktır."

zaman zaman "yakın arkadaş grubumdan hangimiz daha önce öleceğiz" diye bir soru gelir aklıma. Bazıları için anlamsız ve korkulu bir sorudur bu aslında. Ama arkadaşlarımla yaşadığım "kırgınlıklar", "kızgınlıklar" ölüm fikri gelince aklıma bir anlamda anlamsızlaşıverir. Aklıma gelince diyorum ama bu gerçek belki de aklımızdan hiç çıkmaması gereken bir gerçek... Burada "bu hatırlatmayı" yapmak istiyorum kendimce... Burada amacım elbette Can DÜNDAR'ın Yakamdaki İzler (Yüzler miydi Yoksa) kitabında olduğu gibi, her vefat sonrası bir şeyler kaleme alıp daha sonra kitaplaştırmak değil elbet... Belki de kimbilir, bahsettiğim o yakın çevreden ilk ölen ben olurum!
 

 
 
 

Genç ölmek... İbrahim TENEKECİ, 15 Mart 2014

Pazartesi sabahı, bir kardeşimizin annesi vefat etti. Beklenmedik bir şekilde. Kalp krizi. Henüz elli yaşındaydı.

Belki, öğle vakti, bir komşusuna misafirliğe gidecekti. İkindi gibi, akşam yemeği için alış-verişe çıkacaktı. Yatsıdan sonra, yarım kalan kitabı okuyup bitirecekti. Olmadı.

Her insan bir âlemdir. Böylece, bir âlem daha kapanmış oldu. Emanet, sahibine teslim edildi.

Ertesi gün, yağmur altında, namazını kılıp toprağa verdik. Az-çok, acının bir ucundan tutmaya çalıştık. Şimdi muhasebe zamanı. Sükût.

***

Ölüm, bu yalan dünyanın tek gerçeği. Bizler geçiciyiz, o kalıcı. Dünyaya ait her şeyi sıfırla çarpıyor. Bütün lezzetleri yıkacak güçte. Ona kayıtsız kalmanın imkânı yok.

İnsan hayatı, ölümle, ölümlerle birlikte ilerliyor. Bir de bakıyoruz, sıra bize gelmiş.

Vakitli ölümlerin acısı, sanki, daha kolay kabul ediliyor. Hatta bazısı için, 'öldü, kurtuldu' deriz. Fakat genç ölmek başka. En dokunaklısını Bizim Yunus söylemiş: 'Bu dünyada bir nesneye / Yanar içim, göynür özüm; / Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi.' (Yunus Emre, Yeditepe Yayınları, 1958, sayfa 30) Bununla beraber, genç yaşta aramızdan ayrılan İlhami Çiçek'i ve anısı için hazırlanan Göğekin kitabını hatırlıyorum. Solmadan önce, ne demişti Çiçek? 'Bir insan en çok ağlarken güzeldir.' (Satranç Dersleri, Edebiyat Yayınları, 1983, sayfa 29) Çünkü insan, ağlarken, yalnızdır, zararsızdır, masumdur. Yine, erken vefat eden Ergin Günçe'nin dizeleri: 'Ölüm alışsın artık bize // Gelsin otursun ılık minderimize.' (Gencölmek, Dost Yayınları, 1964, sayfa 20)

Dediğimiz gibi, genç ölmek başka. Ona alışmak zor. Sonuçları daha derin oluyor.

***

Bir hafta içinde, üç genç... Görünen o ki, acıları yarıştırmak, yakınlaştırmaktan daha kolay. Bunu, ancak anlıyoruz: Cumhuriyetle beraber, yeni bir ülke değil, maalesef, iki ayrı ülke kurulmuş. Durumumuz bu.

Olan ve bitmeyene bakıyorum. Sanki insanlığımızın fişi çekilmiş. Ölüm üzerinden birbirini dövmeye, yenmeye meraklı ne çok ölümlü var.

Bu topraklarda, ölümü kullanmak isteyenler hep oldu. Yıllardan beridir. Fakat ölüm, kullanışlı bir malzeme değildir. Kimseyi amacına ulaştırmaz. Öyle olsaydı, bugün, iktidarda başka partiler bulunurdu.

Bir de bu: Sizden, adeta acınızı ispatlamanızı bekliyor, istiyorlar. Bunun bir belgesi yok ki, çıkarıp gösterelim. Ayrıca, 'filanca ölümsüzdür' dediğimiz zaman, ailesinin, annesinin acısını dindirmiş olmuyoruz. Evladını kaybetmiş birçok anne-babanın haklı sitemini / feryadını hatırlayın: Çocuğumuzu rahat bırakın!

Demem o ki, ölüm üzerinden inatlaşılmaz, siyaset yapılmaz. Ölümden medet ummak, bir insanın düşebileceği en son yerdir.

***

Bu satırları, beş çocuk babası bir adam olarak yazıyorum. Yıllardır şahitlik ettiğim şey şudur: Başkalarından fedakârlık isteyenlerin yaşantıları, fedakârlık üzerine kurulu değildir. Milletin çocuklarına bazı sorular soranlar, bunları, kendi çocuklarına pek sormazlar. Örnekleri çoktur.

Gözünüzün ve kalbinizin önünde gram gram, dakika dakika büyüyen çocuğunuz, her daim üstüne titrediğiniz, özendiğiniz, dua ettiğiniz; bir başkası için sadece sayıdan ibaret olabilir.

Nedendir bilmem, çocuklar bana, hep aynı şeyi çağrıştırır: Üç ortalı çizgisiz defter. Alırsınız ve bir müddet yazmaya, hatta dokunmaya kıyamazsınız.

Vefatından sonra, Fethi Naci'nin kütüphanesinde görmüştüm. Güzel, deri ciltli, çizgisiz bir defter almış. Fakat yazmaya kıyamamış. Öylece duruyordu. Şimdi o, kimin elinde ve içinde neler yazıyor?

Evet, 'insanlar ölmesin' demek çözüm değil. Çünkü insan, doğar ve ölür. Uyku için 'küçük ölüm' diyoruz. Bu yüzden olsa gerek, gecenin ve ölümün rengi aynıdır. Siyah.

Hasan Kaçan, kardeşi vefat ettiği zaman, hepimiz adına şunu yazmıştı: 'Hayat, ölecek olanların, ölenlere ağlamasından ibarettir.' Öyle.

Bu söze, belki bir dua eklenebilir: Allah, adil bir ölüm versin. Bizi, doğru yoldan, yolundan ayırmasın.

 

 
Betül AYSAN Hayatını Kaybetti

Şüphesiz her ölüm zor. Ancak genç ölümü daha bir zor. Genç, bir de tanıdık ise kabullenişi daha zor oluyor. Betül Hanımı bir ya da iki kez görmüştüm Boğaziçi Üniversitesi'nde galiba. Asıl samimiyetim abisi Fatih AYSAN ileydi. Eşimle samimi dost idiler. Ayrıca Ankara'ya gelişimizden sonra Boğaziçi Yöneticiler Vakfı'nda Mütevelli Heyeti üyeliği yapan Betül Hanım, Bayram dönüşünde eşinin kullandığı aracın kaza yapması sonucu kaza yerinde hayatını kaybetmiş. O mütebessim yüzünü görünce insanın içi ayrı bir yanıyor, gözleri doluyor. Şüphesiz kaza da, kader de Yüce Yaratanın takdirinde. Öyleyse sabretmek, dua etmekten başka bir şey kalmıyor insanın elinde. Allah Rahmet Eylesin, mekanını cennet eylesin. Ailesine, Eşine bol sabır ihsan eylesin.


Manisa'da meydana gelen trafik kazasında bir kişi öldü, altı kişi yaralandı.Alınan bilgiye göre, İzmir'den İstanbul'a doğru giden Bilal Bedir'in kullandığı 34 GB 4672 plakalı otomobil, Manisa'nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe beldesinde karşı şeride geçip Balıkesir'den İzmir'e doğru giden Mesut Ayaz'ın kullandığı 16 EE 904 plakalı araçla çarpıştı. Çarpışmanın şiddetiyle Bedir'in kullandığı otomobil, takla atarak yol kenarındaki tarlaya düştü. 

Kazada Fatma Betül Bedir olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralılar Esma Şen, Feride Şen, Mesut Ayaz, Emir Fırat Ayaz, Sema Ayaz ile Bilal Bedir ise Akhisar Mustafa Kirazoğlu Hastanesi'ne kaldırıldı. Yaralıların hayati tehlikelerinin bulunmadığı öğrenildi.

 
 
Durmuş Hocaoğlu'nu Kaybettik
İstanbul Üniversitesi'nden sınıf arkadaşım Kürşad'ın Babası ve önemli bir fikir adamı olan Durmuş Hocaoğlu'nun vefatını öğrendim. Hocaya Allah'tan rahmet ve ailesine sabırlar diliyorum.
Hocanın bir gazeteden ayrılırken yazdığı "Veda" yazısından...

Her buluşma sevinçtir, her ayrılık hüzün; ancak, ne var ki, bu âlem-i şuhûdun vâzıı kanunu tarafından vaz' edilen, değişmeyen kanunu böyle: Bu gök kubbe altında ezeliyyet muhâl olduğu gibi, ebediyyet dahi muhâldir; herşeyin bir bidâyeti vardır, bir de nihâyeti; her başlayan biter, her doğan ölür. Bu dünya hayâtımız dahi öyledir: Bu fenâ âlemine geliriz, yaşarız, ölürüz ve asıl vatanımıza avdet eder, beka âlemine geri döneriz – aslında inancım kat'iyyetle odur ki beka âlemine, yâni "âhiret"e   geri dönmek diye birşey yok; bu fikri kabûle şâyân addetmiyorum, çünki esâsen "bu-dünya"ya hiç gelmedik, çünki hep oradayız, hiç yerimizden kımıldamadık; sâdece bu-dünya'nın içinde imişçesine hissediyoruz, öylesine kuvvetle hissediyoruz ki "bu-dünya"da yaşamakta olduğumuzdan şüphe duymuyoruz. Hâlbuki yok öyle birşey; burada yaşamakta olduğumuz sâdece bir zandan, bir sûi tefehhümden  ibâret, hepsi bu kadar; hepsi bu kadar olduğu için de aslında ölüm diye birşey de yok, sâdece derin bir rü'yâdan uyanış var. Bu dünya hayâtımız bitimlidir demiştik, ama bu-dünya'nın kendisi dahi öyledir; bir gün gelecek, nasıl ki hiçlikten çıktı ise, yine hiçlikte yok olacaktır; yok olmayacak olan sâdece bizleriz, yok olmayacağız, çünki, likaullah ile birlikte ayrılıklar bitecek ve varlığımız O'nun varlığının potasında eriyecektir.

 



Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ